Ey şair, doğrul hadi.

C.Hakkı ZARİÇ

Ey şair, doğrul hadi.

Sabahın erken saatinde Merzifon Havalimanı’na geldiğimizde herkesi turnikeden geçirip beni yanına çağırdı gene polis, onca insanın arasından beni seçmişti kimliğimi sorgulamak için. “Neden ben?” sorusu orada da yanıtsız kaldı. Adnan Özyalçıner “Bari benimkine de bak evladım,” diye uzattı kimliğini polise; yol arkadaşıyız ne de olsa, birlikte koyulduğumuz yolda onca mutluluk ve elem.

 Dokunsalar ağlayacak gibiydim, gece gelen ölüm haberi birikiyordu içimde. Ülkü Tamer veda etmişti hayata. Birkaç hafta önce telefonda görüşmüştük, Tevfik Taş ile yanına gidecek, uygun olur ve izin verirse sohbeti röportaja çevirecektik. Meslek hastalığı işte. 

 Merzifon’dan İstanbul’a dönüş uçağında, uykusuz bir gecenin sabahında Adnan Özyalçıner’e durumu nasıl anlatırım diye düşünürken, etrafından dolaşmaya gerek olmadığını sezdim ve Ülkü Tamer’in ölüm haberini verdim. Yol boyu sustuk sonra.

 Havalimanına indiğimizde Bodrum’a giden ilk uçağa bilet aldım. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın yönetim kurulundaki diğer arkadaşlarla gece haberleşmiş, Ülkü abinin son yolculuğuna benim gitmem üzerine karar vermiştik. Fazla sürmedi, indikten birkaç saat sonra tekrar havadaydım; Merzifon’dan başlayan yolculuğuma İstanbul’da ara vermiş Bodrum’a gitmek üzereydim...

 SUSKU VE ÜZÜNTÜYLE GEÇTİ YOL

Ülkü abiyle az da olsa bir gönül bağımız; aynı kürsüde konuşmuşluğumuz, aynı kahvede çay içmişliğimiz, aynı rakı masasına oturmuşluğumuz vardı. Arada gel git telefonlar, sağlık sorunları, at yarışları, şiir vs... Susku ve üzüntüyle geçti yol, bir de mektup yazdım uçakta.

 Bodrum’a indiğimde küçük İskender’in beni aramış olduğunu fark ettim. Aradım. Geleceğimi haber almıştı TYS’deki arkadaşlardan. Buluşacağımız yeri tarif etti, kolay olacaktı buluşmamız Bodrum’da. Bir süre önce taşınmıştı İstanbul’dan. Yayınevini ve hayatını değiştirmişti. İyi de etmişti hani. Akif Kurtuluş, Nejat İşler, Latife Tekin yakınlarındaydı. Kısa bir süre önce kalbindeki sorundan dolayı hastaneye kaldırılmıştı...

 
Bodrum’un öğle vakti sözleştiğimiz yerde buluşup kucaklaştık İskender’le. Hemen garajın yakınındaki kafeye gittik. Buranın üst katında atölye çalışmaları yapıyordu İskender. Şiir üzerine meraklı insanlarla sohbet ediyordu. İyi kötü bir çevresi vardı, onu tanıyanlar, sevenler, selam verenler, masasına oturanlar, masasına davet edenler...

 Bir sükûnet vardı yüzünde, İstanbul’un yorgunluğundan uzak, daha bir kendi halinde, kendine ve yaptığı işe zaman ayırabilen bir İskender. Oturup biraları söyledik. Sigaraları yakıp “bu meret de bırakılmıyor” diye şikâyetlendik karşılıklı. Sonra tekrar sigaralar ve biralar, sonra o bana yemek söyledi. Ülkü abiden konuştuk, İstanbul’dan, karmaşadan ve hayattan. Bir dahaki yıl ‘dünya ölmeme günü’nde Bodrum’da buluşmayı ve etraftaki şairleri çağırmayı konuştuk. Aşktan ve yalnızlıktan konuştuk. Evden ve komşulardan, saksı çiçeklerinden, sonbahardan, kitaplardan, filmlerden ve denizin renginden konuştuk...

 BABANIN AZARI

Konuk olmanın ağırlığıyla Ülkü abiyi yolcu etmek üzere Gümüşlük otobüsüne bindiğimizde, bizim yerimize de kart basınca İskender’in artık iyiden iyiye Bodrumlu olduğunu anladım. İstanbul’da akbil kullandığını sanmıyorum kendisinin. Ama evden çarşıya, çarşıdan eve gitmek için kart almıştı, demek artık başka bir şehre yerleşmenin başka halleri de var hayatta. Ah o canım eczacı arkadaşı da gün ve yol boyunca yalnız bırakmadı bizi. 

 Şiir yazmaya başladığında götürüp babasına göstermiş ve sağlam bir azar işitmiş İskender. “Nâzım’ın yazdıklarını okumuyor musun, utanmıyor musun bu yazdıklarından?” diye azarlamış babası İskender’i. Babanın arkadaşları şair amcalar çok içerlemiş bu mevzuya. Ülkü Tamer el atmış işe, İskender’in şiirleriyle ilgilenen ilk kişi Ülkü Tamer olmuş.

 Zamanın o yakasında İskender ile yola koyulup Gümüşlük’e giderek Ülkü Tamer’i son yolculuğuna uğurlayacaktık. Gümüşlük kalabalıktı, yalnız değildik. Denizin kenarında yan yana dizdiğimiz masalar çoğalıyordu. Latife Tekin’e sokulmuştum ben daha ziyade. Özkan Mert, Akif Kurtuluş ve daha nice insan vardı.

 Cami avlusu da kalabalıktı bir o kadar. Ülkü abinin arkadaşları, dostları, okurları yalnız bırakmamıştı onu. Gazetecilere demeç verdi İskender uzun uzun. Ülkü Tamer ve şiiri hakkında, onun yazdıklarının edebiyatımızdaki yeri hakkında açıklamalarda bulundu. İskender’in şairliğine giden yolda Ülkü Tamer’in yerini anlattı... 

 Sonra gidip toprağa verdik Ülkü abiyi. Güneşli bir gündü ve onun için güneş topluyorduk sanki. O gün dönmem gerekiyordu. Ev sahibi olarak beni Fahri Özdemir’e emanet etti İskender. Kucaklaşıp ayrıldık. Bodrum Havalimanı’nda İstanbul’a dönmek için uçak beklerken, yol arkadaşıma seslendim, “Fahri, bu kadeh de İskender’in şerefine…”

 Öğrendik, herkes öğrendi ki İskender hastaymış. Onca badire atlatmış şair, elbet hasta olur. Hastalıktan yıkılacak değil ya, elbet kalkacak. Doğrulup güneş topladığımız bir sabah sulayacak gene çiçeklerini. Bodrum’un sırtlarından denize bakıp Müzeyyen Senar dinlerken aklına bir dize düşecek ve bir nehir şiire yelken açacak İskender.

 

Ey şair, doğrul hadi.

23.09.2018 (C.Hakkı ZARİÇ)