Akademi Buysa Rektör Benim
Kemal Gürüz “ağzı tarhana kokanları akademiden atarım” demişti. 28 Şubat sürecinin postal yalayıcısı, kudretli YÖK başkanı bu cümleyi sarfettiğinde benle bir arkadaş o günün akşamında Ankara Kızılay’da geziniyor, ayaküstü sohbet ediyorduk. İkimiz de Kırıkkale Üniversitesinde asistandık ve bununla ne kastedildiğini çok iyi biliyorduk. 28 Şubat süreci büyük bir öfke ile bizlerin (İslamcıların) üstünden silindir gibi geçiyordu. Kemal Gürüz’ün bu çıkışına şaşırmamış aksine bilenmiştik. Her platformda YÖK’ün kaldırılmasını, üniversitenin bilimsel özerkliğini ve idari dokunulmazlığını savunuyor, ilerde iktidara geldiğimizde Batı ile yarışan bir akademi kurmayı hayal ediyor, Kemalist ideolojinin gericiliğini teşhir ediyorduk. Çok geçmeden Ak Parti ile bizler “ağzı tarhana kokan” Anadolu Çocukları iktidara geldik. Akademi’de beklenen değişimi ve özgürleştirmeyi bir türlü gerçekleştirmiyorduk. İktidardaydık ama muktedir değildik deniyordu. Sonra Allah’ın lütfu oldu, hem iktidar hem de muktedir olmuştuk. Ha bugün ha yarın YÖK’ün ve ÖSYM’nin Merkezi Sınav Sisteminin kaldırılmasını beklerken başörtüsü yasağı gibi bunca suçu işlemiş, hazırladığı soruları çaldırmış, Yabancı Dil sınavlarına şaibeler karışmış her iki kriminal kurum da tahkim edildi. Üniversite özerkliği ile umutlarımız asla gelmeyecek başka bir bahara kaldı.
Her zaman olduğu gibi “ezilenleri pedagojisi” devreye girmiş, olaylar, olgular ve aktörler yer değiştirmiş ezilenlerin pozisyonunu ezen olarak yeniden kurgulamıştı. Kemalistler biraz militarist-biraz faşist oldukları bir tevatür ise de kendilerini “Batılı” olarak algıladıkları için şu veya bu ölçüde üniversal standartlarda 3-5 üniversite inşa etmişlerdi. Bilim insanları resmi ideoloji sınırları içinde kaldığında da alabildiğince akademik özerkliğe de sahipti. Ancak İslamcılar – ya onları hiç tanımamışım ya da tanıdığım kadarıyla sonradan huyları değişip iyice zıvanadan çıktılar- ise iktidar erkini ve ülke kaynaklarını ele geçirme imkânını ellerinde tutmak ve sahip oldukları yaşam konforunu sürdürebilmek için popülist bir yaklaşımla salt halkoyuna indirgedikleri demokrasiyi bir tür halk dalkavukluğuna dönüştürdüler. Halktan gelen özellikle de tarikat ve cemaatlerin etrafında kümelenen güruhun her talebi güya demokrasinin bir gereği olarak hemen karşılık buldu. Devletin yüzyıllara sari kurumları tahrip edildi, kamu malları yağmalandı, devlet ve millet bu cahil insanların kişisel hırs ve ahmaklıklarını tatmin eden, zorbalık ve alçaklıklarını ödüllendiren bir arena haline getirildi. Bilimin, ahlakın, ehli iman ve hayâ sahibi olmanın, liyakat ve marifetin, doğru ve dürüst olmanın bu kadar aşağılandığı bir dönem hatırlamıyorum. Böylece herhangi bir tarikatın kendi hiyerarşisi içinde bile alt düzey bir şeyh halifesinin referansı ile üniversitelere mürid, şagirt alınmaya, akademik kadrolar tarikat ve cemaatler arasında pay edilmeye başlandı. Dahası geleneksel ortaçağ skolastik eğitim sistemi yöntemleri içinde üretilen eskimiş, yanlışlanmış bilgiler hatta menkıbeler olarak kayda geçen söylenceler, mitoslar gibi hürafeler dahi üniversite kürsülerinde anlatılır, imamların, şeyhlerin, sözüm ona Hoca efendilerin magazin düzeyindeki vaz ve nasihat kasetleri akademik çalışmalarda referans olarak kullanılmaya başlandı.
Bazen arkadaş ortamında ve sosyal medyada söylediğim gibi Ak Parti (iktidarı), Çin Halk Cumhuriyeti Kominist Partisinden bile daha halkçı bir partidir. Gerek siyasi kadroları gerekse hükümetin biçimlendirdiği devlet bürokrasisi halkın en alt tabakalarından gelen insanlardan oluşuyor, iktidar politikaları halkın isteğine göre oluşturuluyordu. Her ne kadar ülkenin ekonomik kaynakları hala belirli oligarşik yapılar sömürmeye devam ediyorlarsa da Ak Parti iktidarında Anadolu sermayesi denilen “yerli ve milli” çevreler de epey bir rant devşirdi, zenginleşip multi milyarder kimseler çıkardı. Yüksek bürokrasi “Anadolu Çoğu” diye kendisinden sitayışle bahsedilen, boyuna-posuna kurban olunan esmer tenli rençber, işçi, esnaf çocuklarıyla dolduruldu. Bu arkadaşların devlet geleneğini bilmemek, yüzyıllara sari kalender meşrep terbiye ve ahlaki gelişimden, ruhi inceliklerden ve kentli yaşamın süzgecinden geçmiş birlikte yaşama ve başkasının hakkına saygı gösterme medeni ilmihalden yoksun olmak gibi ufak-tefek kusurları vardı, ama madem alınları secdeye gidiyordu varsın bu kadar kusurları olsundu. Hem şimdi değilse ne zaman? Onlara fırsat olarak yaratılan bu kısa zamanda, maddi yoksulluk ve manevi yoksunluklarını kapatacak imtiyaz ve kayrılmalarına göz yumulabilinirdi. En son FETÖ’nün yaptığı gibi uzun zamandır devleti ele geçiren çevreler sınav sorularını dahi çalarak kendi taraftarlarına dağıtıp devlet kadrolarına yerleşmiyor muydu? Bu bağlamda Adalet’ten bahsetmek, ehliyet ve liyakati öne sürmek mağdur Anadolu Çocuğunun önünü kesmek olmaz mıydı? Bu ülke zaten kurulduğundan beri suyun öte yakasından gelen muktedir olanların kendilerine imtiyaz oluşturduğu, rant devşirdiği anlayışla yönetilmedi mi? Aslında bütün bu sorular, Ak Parti elitleri açısından sorudan çok iktidarlarıyla birlikte Anadolu Çocuğunun yediği herzelerin meşruiyetine gönderme yapan cevaplarıydı. Allah korkusunu bir kenara koyup, Anayasa’ya saygıyı da rehber edinmeyenlerin, direk hayatın gerçekliğinden ilham alarak, reel-politikten yola çıkarak ülkeyi yönetmeleri böyle bir iklim yarattı.
Böyle bir yönetim anlayışından yola çıkarak Üniversitelerin durumuna ve Rektörlük atamalarına geri dönüp baktığımızda şöyle bir manzara ile karşılaşıyoruz. Bütün ülke sathına yaygınlaştırılan Üniversitelerimiz aşağıya çekilen akademik kriterler ile yüksekokul seviyesine düşürüldü, lisede öğretmenlik dahi yapamayacak düzeyde olan binlerce şagirt, sofi, birader, gardaş, yoldaş Anadolu Çocuğu siyasi referanslarla Öğretim Üyesi kadrolarına atandı. Sözde bilimsel araştırmalar adı altında hiçbir akademik ölçüyü geçemeyen bir tür dedi-kodu, eş-dost muhabbeti, resmi ideoloji ve siyasi parti propagandası ötesine geçemeyen işler kotarılmaya başlandı. Üniversitelerin bir kısmı Tarikat ve Cemaatler arasında paylaştırıldı. Milliyetçilerin istihbaratçı kanadı ile Derin Devlet’in Kemalist Vatan Cephesi iktidar ortaklığı üzerinden kendilerine düşen payları aldı, ama en çok Siyonist Masonlar bu işten karlı çıktı. Rektör atamalarında ve kadro dağıtımında temel referans bu güç odaklarından alındı. Onun içindir ki kendi üniversiteme yakında atanacak olan Rektör’ün, Rektör adaylarına baktığımda 3-5 kişi hariç büyük çoğunluğunun ya bir tarikat, ya bir cemaat, ya devletin istihbarat birimleriyle, ya ADD/Vatan Cephesiyle ya da Mason-Rotary kulüpleriyle ilişkisinin dışında hiçbir akademik vasıfları bulunmuyor. Dahası Rektör olmak için hiçbir akademik talepleri ya da önerileri olmadığı gibi, üniversiteyi geliştirmek, akademik düzeni sağlamak gibi bir gündemleri bulunmuyor, böyle bir taahhütte bulunmayı dahi akıllarından geçirmiyorlar. Ancak durmadan ve mütemadiyen yukarıda zikrettiğim bu güç odaklarının kapılarını aşındırıyor, oradan aldıkları referansları atama sürecinde görev alan ilgili iradeye ulaştırmaya çalışıyorlar.
Hadi bakalım hayırlara vesile olsun, kurban. Vatan-millet var olsun. Tanrı Türk’ü korusun. Yerli ve Milli Anadolu Çocuğu Rektör olsun.