Davutoğlu: Başbakanlıktan ayrılmama 4 grup sevindi

Gelecek Partisi Lideri ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Medyascope'da Gazeteci Ruşen Çakır ve Sedat Pişirici'nin konuğu oldu ve çarpıcı açıklamalar yaptı.

Davutoğlu: Başbakanlıktan ayrılmama 4 grup sevindi

 

Gazeteci Ruşen Çakır'ın Yayın Yönetmeni olduğu Medyascope, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'nu konuk etti ve gündeme dair sorular yöneltti. Meyascope Yayın Koordinatörü Sedat Pişirici'nin de Ruşen Çakır'a eşlik ettiği söyleşide Davutoğlu, gündeme dair önemli ve çarpıcı açıklamalar kaydetti.

Kendisinin Başbakanlıktan istifasına neden olan süreci şimdi yeniden değerlendirdiğinde, elinde olsa bugün belki farklı davranacağını anlatan Ahmet Davutoğlu, FETÖ'cüler başta olmak üzere Türkiye'deki 3 grubun daha bu süreçte kendisinin Başbakanlıktan istifa etmesini sevinçle karşıladığını belirtti. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, kendisini Başbakanlıkta istemeyen grupları, 1- Kripto FETÖ'cüler ve FETÖ unsurları, 2- FETÖ üzerinden Türkiye'ye 1990'lı yılların Devlet anlayışını getirmeye çalışanlar 3- Rant-ihale-AVM üçgeninde ciddi sermaye biriktirmiş unsurlar ve 4- AK Parti'yi bir siyasi miras olarak görüp, AK Parti'nin mutlaka aile içinden devam etmesi gerektiğini düşünen çevreler şeklinde özetledi. Gelecek Partisi Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti eski Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili olarak, "Hatırlarsanız, bana 'dolandırıcı' gibi bir ifadede bulunduğunda Sayın Cumurbaşkanı ki, gerçekten hem Devlet nezaketi itibariyle hem şahsi hukukumuz itibariyle aklım almamıştı" dese de kendisini davet etmesi halinde seçilmiş Cumhurbaşkanı olması dolayısıyla çağrısına uyarak, Saray'a gidebileceğini ifade etti.

PARTİ KURMAK CESARET İŞİ MİDİR?

"Ben suni hiçbir oluşumun suni yöntemlerle halk nezdinde bir itibar kazanacağına inanmam. Normal doğum ve sezaryen doğum arasındaki fark gibi. Normal doğum zordur, sancılıdır ancak çocuk sağlıklı olur. Ancak sezaryenle doğumda ise belki anne daha az acı hisseder ve doktorlar için belki daha kolaydır ama genelde Tıp, bu yöntemi pek benimsemez. Gelecek Partisi'nin kuruluşu da ancılı ama son derece doğal bir şekilde gerçekleşti. Sancılıydı çünkü üzerimizde çok fazla baskı vardı. Mesela eşi ya da akrabası memur olan arkadaşlarımızın çoğu bu dönemde mağdur edildi. Ancak 152 cesur insan, 'Biz varız!' dediler ve bu sancıları göğüslemek kararlılığıyla yola çıktılar.

Bütün bu parti kurma süreçlerinin sonrasında ise beni en çok etkileyen, gelenlerin tebrikten sonra şu sözü söylemeleriydi: 'Sayın Başbakanım, cesaretiniz ve sizinle gelenlerin cesareti sebebiyle sizi tebrik ediyoruz'. Bir ülkede parti kurmak, cesaret işi olmaması lazım. Eğer bir ülkede parti kurmak cesaret işiyse, o cesareti gösterenler için bu bir kredidir, bir primdir ama o ülke için negatif bir durumdur."

Medyascope Yayın Yönetmeni Gazeteci Ruşen Çakır, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'na "Peki, ne oluyor? Örneğin Anadolu'da birileri Gelecek Partisi'ni örgütlemek istiyorlar. Onların önüne bir takım yasal, idari, mali engeller mi konuyor?" sorusuna ise Ahmet Davutoğlu şu şekilde yanıt verdi:

DAVUTOĞLU: "ÖYLESİNE NEZAKETSİZ TUTUMLAR SERGİLENDİ Kİ...

"Şöyle diyelim: Bir kere psikolojik iklim, insanlarda şu kanaati uyandırıyor: Siz haklısınız, doğru şeyler söylüyorsunuz; eminiz doğru şeyler yapacaksınız. Ancak şimdilik biz bu resimde olmasak da destek versek, diyorlar. İkincisi, bazı yerlerde, gidiliyor kişilere, 'Sizin şu tür temaslarda olduğunuzu görüyoruz. Bunlardan uzak durmanız sizin için daha iyi olur' deniliyor. Yani güya sureti haktan görünen bir takım baskılar var. Memuriyeti olanlar için de artık doğrudan mobbing uygulaması sözkonusu... Bunlar üzücü şeyler...

Bizler AK Parti içinde itirazlarımızı yaptık. İtirazımızı yıllarca kapalı kapılar ardında yaptık. Başbakanlığıma malolacak şekilde ama kamuoyuna da yansıtmayarak, farklılıklarımızı ortaya koyduk. Sonra yine kapalı kapılar ardında ama parti mekanizmaları içinde itiraz ettik. Yetmedi ve baktık ki olmuyor; bu kez kamuoyu önünde itirazlarımızı dile getirdik: Malum, 22 Nisan 2019 manifestosu... Ardından biz ayrılmadan bizim partiden ihracımıza karar verildi ve ondan sonra yeni bir parti süreci başladı. Burada suni olan hiçbir şey yok."

Ruşen Çakır'ın "Ama sanki sizin ismeye istemeye AK Parti'den koptuğunuz gibi bir izlenim oluşmuştu o zamanlar... Böyle bir imaj vardı. Bu doğru mu?" sorusuna da gelecek Partisi Genel Başkanı şu yanıtı verdi:

"E, tabi ben AK Parti'nin Genel Başkanlığı'nı yapmışım. Girdiği 6 seçim benim Başkanlığımda olmuş. O kitlelerle hemhal olmuşum; 81 vilayette defaatle mitingler yapmışım. Şimdi o yapıi bana yabancı bir yapı değil. O yapının kitle dokusu hâlâ yabancı değil ama o yapının tepe dokusu kesinlikle yabancı... Benim anlayışıma yabancı... Ben derken şahsımı kastetmiyorum; AK Parti'yi kuran ortak iklime, ortak kültüre de yabancı... Artık benimsemediğin yere gelince ayrılıyorsunuz. Tamam, bu da olabilir; evliliklerde de ayrılıklar olabiliyor. Ama bundan sonra da insanların nezakete ve hukuka riayet etmeleri lazım. Öylesine nezaketsiz tutumlar sergilendi ki... Benim yurtdışına bir Başbakan olarak gittiğimde, normalde valiyi ya da belediye başkanını ziyaret etmem doğaldır. Yeni bir parti genel başkanı olmak ayrı bir hususuiyet. Ben Başbakanken havaalanlarında sıraya dizilenler ki, benim hiç talebim olmadığı halde uzun kuyruk oluşturanlar; şimdi o yerlerin mülki amirleri ya da yetkilileri, ya izinde oluyor ya başka bir yerde oluyor. Bu iklim yanlış bir iklim. Biz onlarla birlikte zamanında yol yürümüştük.

Partimiz kurulalı henüz 40-45 gün olmuşken, şu anda biz 23 ilimize İl Başkanı atadık. Üsyelik il binaları da oluştu. Biz hep söylüyoruz, maddi imkanları büyük olan bir parti değiliz. Herkes keni ilinin çaresine bakacak, diyoruz. Şu ana kadar ise bir çok yerde il binası tutuldu. İstanbul İl binamızı ise inşallah bu Pazar günü Küçükçekmece'de açıyoruz. Biz aslında çocukluğumun-gençliğimin geçtiği, evlendiğim, çocuk sahibi olduğum, torun sahibi olduğum Bahçelievler'de yer tutmuştuk ancak maalesef Belediye'de bir anda oranın imara ve tamire uygun olmadığı kararı hasıl oldu. Hatta mahallemdeki esnaf, gidip mühürlenen yerin önünde tepki göstermeyi teklif etti ama biz 'Bu olmaz' dedik. 'Bunların hepsi geçer, merak etmeyin' dedik."

RUŞEN ÇAKIR: "PARTİDEN AYRILMANIZ KİŞİSEL MİYDİ YOKSA SİYASİ Mİ?"

Ruşen Çakır'ın Medyascope Yayın Koordinatörü Sedat Pişirici'ye de bakarak, "Ahmet Davutoğlu'nun Başbakanlığa kadar AK Parti Genel Başkanlığı'na yükselen bir kariyerin ardından ve Cumhurbaşkanının tercihiyle kendi yerini devrettiği isim yani dolayısıyla da en güvendiği isim; nasıl oldu da 27 Ağustos 2014'ten 21 Mayıs 2016'ya kadar geçen çok da kısa bir sürede ayrılma noktasına geldi? Hatta Pelikancılar vesaire ile sizin saygınlığınızı zedelemek isteyenlerin olduğu bir ortamda Başbakanlıktan ayrılmak zorunda kalmıştınız. Buradaki mesele kişisel bir mesele midir, siyasi bir mesele midir yoksa hepsinin karışımı bir durum mudur? Bunun hâlâ cevabını alabildik mi Sedat? Yani ne oldu da oldu?" sorusuna Sedat Pişirici bir ek yaptı ve şöyle dedi: "Buna yanıt alamadığımız gibi şunu da eklemeliyim: Siz AKP'den mi ayrıldınız, Recep Tayyip Erdoğan'dan mı ayrıldınız?". Bu soruların karşısında ise gülümseyerek söze başlayan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, şunları kaydetti:

AHMET DAVUTOĞLU: "HERKES GİDERKEN, BEN SAYIN ERDOĞAN'IN YANINDA DURDUM!"

"Bu güzel bir soru... Şimdi, beni tanıyanlar bilir: Siyasi hayata özel bir meylim olmadı. Hep akademik ahayat içinde kalmaya çalıştım. Rahmetli Erbakan Hocamız, 1995 seçimlerinde Milletvekili Adaylığı teklif ettiğinde ve ardından parti içinde de bazı görevler alacağımı söylediğinde, kendisinden izin istemiştim. Çünkü bence Türkiye'deki temel mesele siyasetin ötesinde bir zihniyet meselesiydi. Önce bu zihniyetin dönüştürülmesi gerektiğine inandım. Siyaset ancak o zihniyet dönüşümüyle bir anlam kazanacaktı. 'Müsadenizle akademik hayatta kalacağım' dedim ve bu pozisyonumu da yıllarca bir çok teklif gelmesine rağmen 2002 yılına değin korudum. Ben o gün olduğu gibi bugün de meselenin bir zihniyet meselesi olduğuna inanıyorum. Bir zihniyet paralelliği olduğunda da ben bir Büyükelçi olarak da Dışişleri Bakanı olarak da Başbakan olarak da Sayın Recep Tayyip Erdoğanla karşılıklı saygıya dayalı bir ilişki yürütebildik. Peki, nedir bu zihniyetin parametreleri?

Bizim; hepimizin gençliğimizden bu yana önem verdiği bazı hususlar var: Düşünce özgürlüğü, şeffaflık ve siyasi ahlâk. Temel bazı ilkeler var: Siz ister akademik hayatta olun, ister siyasi hayatta olun; isterse iş hayatında olun... Hayatınıza anlam katan birtakım ilkeleriniz var. Bunlar birarada olduğunda çok iyi bir dönem yaşadık ve gururla da anıyorum o dönemi... O Başbakan ben ise Başbakan Danışma iken son derece seviyeli, düzeyli ve karşılıkla saygıya dayalı bir ilişkimiz vardı. Çünkü o da biliyordu ola ki bir şey olduğunda bu makamlarda kalmayacağımı... İlk olarak 2007 Genel Seçimleri'nde ben müseade istedim ve akademik hayata döneceğimi söyledim. Şimdi kapatılması için uğraşılan Şehir Üniversitesi'ni kuruyorduk o zaman... Gerçekten de hedefim, Şehir Üniversitesi ile akademik hayata dönüp, o zihniyet dönüşümüne öncülük etmekti ve Türkiye'de AK Parti'nin durumu da o zamanlar haklı bir yerdeydi: 27 Nisan muhtırası vardı baskılar vardı ancak doğru bir yerdeydi. Dolayısıyla o gün için AK Parti ile Tayyip Erdoğan'ı ayırmak da mümkün değildi ve ben de o bütünün bir parçasıydım. Herkes o dönemde 27 Nisan e-muhtırasına karşı nasıl çelik gibi bir iradeyle durduğumuzu gördü. Peki, akademik hayata döncekken ben o dönemde neden siyasette kaldım?

Bugün bazıları diyor ki, 'Hırs için ihtiras için parti kurdu' diyor. Beni önce Sayın Erdoğan bilir. Benim ihtirasım olsa, 2007'de gider, Bakan olurdum. Ben ne zaman siyasete girdim? Sayın Erdoğan'ın etrafındakiler siyaset dışında başka bir liman arayışına girdikleri ve parti kapatma davasının başladığı Mart 2008 tarihinde girdim. O zaman ben 'Demokrasi yolunda, özgürlükler yolunda bu bir savaştır ve ben buradayım Sayın Başbakanım; yanınızdayım' dedim. Sağolsun, o zamanlar Dışişleri Bakanlığı'na getirdi.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'IN DAVUTOĞLU'NDAN 2 İSTEĞİ...

Şöyle bir ifade de kullanılıyor gittiğim yerlerde, 'O sizi Dışişleri Bakanı yaptı, o sizi şu yaptı-bu yaptı'... Hayır! Bu insanların şahsiyetini yok saymaktır! Biz belli vasıflara sahip olmasaydık, zaten o yerleri haketmezdik. Teveccühe teşekkür ederiz ama bir insanı yok'tan varetmek gibi bir iddia ancak şu halde Allah'a ve kendi anneme-babama borçlu olduğum bir durumdur. Yoksa tabi arkadaşlarıma, Sayın Cumhurbaşkanına müteşekkir olduğumuz durumlar var. Ama biz hiçbir zaman bunların peşinde koşmadık. O dönem herkes bilir ki Sayın Başbakan'a ve daha sonrasında da Cumhurbaşkanı'na siper olduğumuz pek çok zaman olmuştur. Bunlar da o dönemde gerekliydi.

Sayın Cumhurnbaşkanı, Başkan seçildiğim AK Parti Kongresi'nde yaptığı konuşmada 'Emanetçi Başbakan istemiyorum!' dedi. Aslında bu söz, bizim ilişkimizin doğasında olan bir şeydi ve ben o konuşmayla birlikte Başbakan oldum. Bizden Sayın Cumhurbaşkanı o Kongre'de yalnızca iki şey istedi: 1- FETÖ ile mücadele ki, hep ettik ve etmeye de devam edeceğiz. 2- Çözüm sürecini devam ettireceksiniz, dedi. Peki sonra ne oldu?

Ben şimdi geriye dönüp baktığımda daha soğukkanlı bir değerlendirme yapabiliyorum: Herkes o dönemde Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile benim aramızın bozulduğunu ve bu yüzden ayrıldığımı söylüyordu ki, ben de bu şekilde düşünüyordum. Diyordum ki, ' Aramıza giren birileri bizim ilişkimizi bozdu. Benim ilkelerim var, Cumhurbaşkanımızın istedikleri var. Bunlar çatışıyor. 'Şeffaflık Yasası'nı çıkartalım' diyorum, 'İl Başkanı bulamazsınız!' deniyor... 'Siyasi Ahlâk Yasası' diyorum, 'Olmaz, Meclis'e göndermeyin' deniyor... 'Düşünce Özgürlüğü' diyoruz, bir takım şeyler üzerinde ısrar ediliyor. O dönem düşünüyordum: Benim gibi tüm emeğini, alınterini bu ülkeye ve bu ülkede harcamış birisine, 'Alman ajanı' suçlaması yapıldı. Üstelik bu işin arka planındaki talimatları da biliyorum. Öye bir an olur ki, ilişkiyi korumak için bir tarafın fedâkârlık yapması gerekir. Ben fedâkârlık yaptım ve çekildim.

Şöyle düşündüm o dönem: İstifa edersem, işler rayına girer. Yani hem Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arasındaki ilişkiyi hem de Sayın Cumhurbaşkanı ile aramızdaki şahsi hukuku korurum diye düşündüm. Ama sonraki 3 buçuk yıl boyunca öyle bir hava oluştu ki, sanki ben darbeyle devrilmişim ki, öyle oldu; 12 Eylül'den sonra Sayın Demirel'e Ecevit'e uygulanan siyasi yasaklar her ne ise bana uygulanmaya başladı: Konferanslarım iptal edildi, konuşmalarım yasaklandı; eşimin konuşması yasaklandı. Adım televizyonlarda eğer eleştirilirsem anılabildi.Eğer birisi bana hakaret edebilecekse serbest ama birisi benim hakkımı-hukukumu savunduğunda yasaktı. Öyle bir ortam yaratıldı. İşte o zaman şöyle düşünmeye başladım: Demek ki, mesele yalnızca benim Başbakanlığımda Cumhurbaşkan ile yaşadığım sorunlar değil. Başka bir boyutu var işin...

DAVUTOĞLU'NUN BAŞBAKANLIKTAN AYRILMASINA SEVİNENLER, NEDEN SEVİNDİ?

İşte şimdi geriye dönüp baktığımda ve şu an Türkiye'nin geldiği yerle birlikte değerlendirdiğimde, dört çevrenin beni Başbakanlıktan ayrılmam konusunda mutabık kaldığını görüyorum:

1- Kripto FETÖ'cüler ve FETÖ unsurları... ki bunların içinde Pelikancı dediğiniz kişiler de vardır. Onların geçmiş yazdıklarına bakın... Benim hakkımda söylediklerine ve mücadelelerine bakın... ben aynı şekilde Sayın Cumhurbaşkanına karşı da mücadele vereceklerini söyleyebilirim size... Bu çevreler, seçimlerden 8 yıl sonra bir darbe yapmanın mümkün olmadığını bildikleri için... beklentileri şuydu: Davutoğlu ile bir kriz çıkar, parti bölünür ve sonra Türkiye'deki iktidarsızlık şartlarında 15 Temmuz'a gidilir. Muhtemelen böyle bir hesap vardı. Çünkü biliyorlardı ki, eğer ben Başbakan olarak kalmış olsaydım, o günlerde Sayın Cumburbaşkanı ile de anlaştığımız şekilde 10 Ağustos tarihindeki Yüksek Askeri Şûra toplantısında, daha sonra 15 Temmuz'u da planlamış olan kadronun hepsini tasviye edecektik ve bir daha darbe şartları oluşmayacaktı. Biz zaten bu tasviyenin bir kısmını 2015 Askeri Şûra'sında yapmıştık. Eğer Başbakan olarak kalsaydım, kalanını da bu şekilde tasviye edecektik. Benim ayrılmam konusu, bir fayda mülahaza ediyordu.

2- FETÖ üzerinden Türkiye'ye 1990'lı yılların Devlet anlayışını getirmeye çalışanlar. Bunlar için kimin ne kullandığı önemli değil: Türkiye'nin kontrol edilebilir bir ülke olması önemli. Kontrol edilebilir olmaktan da kasıt; düşünce üretmeyen, slogan üreten; gerektiğinde vidaları sıkıp, her yerden kısıtlayan bir ülke olmasıdır.

Şu anda AK Parti'ye destek veren unsurlara bakın... Destek veren kişilere bakın... APO'ya çiçek veren kişiler, şimdi 'AK Parti'nin politikalarını biz belirliyoruz' diyorlar. Neredeyse AK Parti adına konuşuyorlar. Türkiye'nin 2000'li yılların başlarında girdiği özgürlükçü, demokratik, iddialı; dünyanın her yerinde dış politika üretebilen Türkiye yerine Türkiye'nin yine Türk-Kıbrıs-Ermeni üçgenine sıkışıp kalmasını isteyenler var. Bu karşımıza bazen İsrail yanlısı olarak çıkar, bazen Avrasyacı olarak çıkar, bazen başka türlü çıkar.

3- Bir de statükonun sürmesini isteyenler var. Bunlar özellikle AK Parti'nin son dönemlerinde rant-ihale-AVM üçgeninde ciddi sermaye biriktirmiş unsurlar. AK Partililer benim ne dediğimi bilirler. Benim AK Parti'nin kitlesine her zaman saygım vardır. Onlar benim AK Parti'den ayrılmamı hâlâ içine sindirebilmiş değildir. Bu statükonun sürmesini isteyen rant-ihale-AVM üçgeninde sermaye biriktirmiş unurların ise belki bir kısmı AK Parti'ye oy bile vermeyen kimselerdir. Bu çevreler, Cumhurbaşkanına yakın durmaya çalışarak rant elde etmek isteyen çevrelerdir. Bu kişiler İmar Yasası'ndan rahatsız oldular. Çünkü ben İmar Yasası ile betona yatırılan yatırım yerine, oradan Türkiye'ye kaynak olabilecek ne varsa, bunu sanayi ve Ar-Ge'ye aktarıma döüştürebilecek bir yasa olsun istiyordum. İmar Yasası, benim ayrılmama sebep olan unsurlardan birisidir.

4- AK Parti'yi bir siyasi miras olarak görüp, AK Parti'nin mutlaka aile içinden devam etmesi gerektiğini düşünen çevreler. Bunlar da biliyorlardı ki, ben orada kaldıkça AK Parti kurumsallaşır.

AHMET DAVUTOĞLU: "VAKIF'A KAYYUM OLARAK ATANAN DA VAKIF'TAN DERS ALMIŞ BİRİSİ..."

Şimdi bu dört çevre, amaçları farklı olsa da anlaştıkları bir yer vardı: 'Eğer Davutoğlu Başbakan olarak kalırsa, biz amacımıza ulaşamayız'... Dikkat edin, bu dört çevrenin benden sonra birbiriyle müdaceleleri de başladı. Şimdi dikkat ederseniz, bunlar benim ve Sayın Cumhurbakanı arasında kalan unsurlar değildi. Ben eğer tüm bunları o günden bu şekliyle görseydim, belki farklı davranırdım; açık söyleyeyim. Ama benim o zaman samimi kanaatim şuydu: Ben Başbakanlığı hakkıyla yapmak istiyorum; Sayın Cumhurbaşkanı güç kullanmak istiyor; 12 Eylül Anayasası aramızda bir fitne oluşturuyor; eğer ben çekilirsem devlet işleyişi devam eder ve ben de Sayın Cumhurbaşkanı ile şahsi ilişkimi devam ettiririm, diye düşünmüştüm. Ama geldiğimiz yerde hem devlet ilişkileri sıhhatli yürümedi, hem AK PArti kurumsallaşmadı; hem de Şehir Üniversitesi ve hele hele Bilim Sanat Vakfı'na kayyum atamaya kadar giden bir intikam, nefret objesi haline geldim."

Şehir Üniversitesi ve Bilim Sanat Vakfı adlı iki kurum Ahmet Davutoğlu ile varolmamıştır ve Ahmet Davutoğlu'nu tasviye ederek de bitmez! Eğer bir yapıyı inşa edenler, o yeri kurumsallaştırırsa vazifesini tamamlamış olur ve artık çekilme zamanı gelir. Evet, Bilim Sanat Vakfı'nın Kurucuları arasındaydım ve hatta resmi listede de yoktum. Çünkü o yıllarda ben Yüksek Lisans öğrencisiydim ve elimde bir mülk de yoktu; o zaman çalışan arkadaşlardan 3 kişi Kurucu oldu ve biz de fikren katkıda bulunduk ve Türkiye'nin modern döneminin en özgün Vakfı'nı kurduk. Doğu'yla Batı'yı bilimle sanatı ve kültürü bu şekilde mezcetmiş (karıştırmış) ikinci bir kurumu gösteremezsiniz. Üzülerek söylüyorum ki, bugün Bilim Sanat Vakfı'na kayyum olarak atanan kişiler bile Bilim Sanat Vakfı'ndan ders almış kimselerdir. Acı olan budur."

RUŞEN ÇAKIR'IN "WELL COME TO THE CLUB" YORUMUNA DAVUTOĞLU NE TEPKİ VERDİ?

Meydascope Yayın Yönetmeni Gazeteci Ruşen Çakır'ın "İngilizce'de bir söz vardır: 'Well come to the the club - Kulübümüze hoşgeldiniz' diye... Sizin ya da Vakfın, Üniversitenin başına gelenler, sizin de çok aktif bir şekilde iktidarda olduğunuz dönemde değişik değişik kişilerin başına geldi. O zaman birileri de çıkar 'Hocam biz sıramızı savdık, sıra size geldi' demez mi?" şeklindeki eleştirisine de yanıt veren Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, şöyle dedi:

"Bunun sürekli zikredilmesi doğru bir şey değil Ruşen Bey... Bunu karşı tarafa suçluluk duygusu verdirmeye gayret ederek tekrar edilmesi hiç doğru değil. Well come to the club dediniz ama ben Başbakanlığım sırasında bu konularda en tutarlı duruşu sergilemeye çalıştım. Bunu en yakından sizler bilirsiniz. Görüş ayrılıklarımızdan biri de buydu zaten. Bu yüzden bana teröre destek verme suçlaması dahi geldi. Hiç bir zaman düşüncelerin özgürlüğünü kısıtlayan bir tutum içinde olmadım.

Geçende de bir gazeteci şunu yazıyordu: 'Davutoğlu döneminde şu baskılar oldu, bu baskılar oldu' diyordu. Öye bir şey var ki: İyi şeyler olduğunda Erdoğan dönemi oluyor, kötü şeyler olduğunda Davutoğlu dönemi oluyor. Ben iki yul Başbakanlık yaptım; bir tek gazeteci ya da herhangi bir üniversiteden bir tek akademisyen arasın ve desin ki, 'Başbakanlıktan arandık ve düşüncelerimize engel olundu; bize müdahale edildi' desin. Bir tek müdahalem oldu; o da şehit edilen Savcımız Rahmetli Selim Kiraz zamanındaydı. Tüm nazik ricalarımıza rağmen bir gazete Sayın Savcımızın o alnına silah dayanmış resmini yayımladı ve ertesi gün cenaze alanına o basın mensubunun içeriye girmesini istemedim. Çünkü bu yalnızca Devlete karşı değil o kişinin ailesine karşı da yapılan ağır bir saygısızlıktı.

Dolayısıyla, well come to the club sözünü çok duyuyorum ama ben hep bu kulübün içerisindeydim. Ne 12 Eylül döneminde 12 Eylül'ü savundum, ne 28 Şubat döneminde 28 Şubat'ı savundum ne de herhangi bir dönemde herhangi bir akademisyene karşı baskı uygulamadım. Şunu da söyleyeyim: Hata da yapmış olabilirim. Ama her gün insanlara 'Siz de geçmişinizde şunu yaptınız' diye sorgulamaya başladığınızda, özgürlük mücadelesi verme şansı kalmaz. Ben hiçbir zaman bilerek ve isteyerek, herhangi bir üniversiteyi, bir Vakfı doğrudan ya da dolaylı olarak cezalandırma yoluna gitmedim. Dolayısıyla Bilim ve Sanat Vakfı'na dair yapılanlardan sonra benim de zamanında benzer şeyler yaptığım yönündeki kanaati kesinlikle reddederim.

AK Parti'den mi yoksa Sayın Cumhurbaşkanı'ndan mı ayrıldığım konusuna gelince... Ben Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra aslında ne AK Parti'den ne de Cumhurbaşkanı'ndan ayrılmadım. Hatta Sayın Cumhurbaşkanı ile 5 kez uzun uzun görüşmemiz de oldu. Emin olun, 22 Nisan'da açıkladığım mafestonun tüm unsurlarını, yaklaşık 1 yıl önce 2018 yılı Ocak ayında Sayın Cumhurbaşkanına yazılı olarak verdim. Onun için kalben müsteriyim. Sayın Cumhurbaşkanı beni bugün de çağırsa, gider kanaatlerimi yine söylerim; hiç çekinmem. İçimde Sayın Cumhurbaşkanına karşı ne bir öfke hali var... hele hele AK Parti kitlelerine karşı yalnızca muhabbet hali, teşekkür hali var.

Sayın Cumhurbaşkanı ne yaptı? Bizi ihraç etmek istedi. Dolayısıyla kendisiyle de AK Parti'yle de bizi kopartan aslında o adım oldu. Türkiye tarihinde ilk kez bir Başbakan, eski bir genel başkan kendi partisinden ihraç edilmek istendi. Buna rağmen olumsuz bir dil kullanmadan ancak geri adım da atmadan partileşme sürecine gittik. Yarın ne gerekiyorsa da onu yaparım."

SEDAT PİŞİRİCİ: "VATANDAŞ, NE DEĞİŞTİ DİYE SORUYOR; SİZ NE DERSİNİZ?"

Sedat Pişrici'nin "Pek çok izleyici aynı soruyu sormuş: Ne değişti? Biz neden Ahmet Davutoğlu'na neden inanalım, ona neden oy verelim? Gelecek Partisi'nin Adalet ve Kalkına Partisi'nin bir başka versiyonu olduğuna neden inanalım? diye sormuşlar; siz ne dersiniz?" sorusuna verdiği yanıtta Gelecek Partisi Lideri Ahmet Davutoğlu şunları anlattı:

DAVUTOĞLU: "DEĞİTİĞİM KONULAR DA VAR, DEĞİŞMEDİĞİM KONULAR DA..."

"Haklı bir soru... Şimdi değişmeyen şeyler var, değişen şeyler var. Değişmeyen şeyleri söyleyeyim: 2016 Mart'ında Nisan'ında Türk siyasi sisteminin reforme edilmesini düşünen, bunun için Şeffaflık Yasası'nı Siyasi Ahlâk ve Siyasi Finansman Yasası'nın çıkmasını gerekli gören; aynı şekilde siyasete yolsuzluğun kapılarını kapatmak için İmar Yasası dâhil bir ok tedbiri gerekli gören, düşünce özgürlüğü alanının genişlemesini söyleyen AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Davutoğlu ile Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu arasında bir fark yok! Ben aynı insanım... Yine 2002 yılında 'Komşularla sıfır sorun' politik anlayışını sürdürmek açısından da aynı insanım... Bunların değişmesi gerektiğini de hiçbir zaman düşünmüyorum.

Andığım bu yasalar, bizim parti programımızda da var. Burada farklılaşan, bozulan, yozlaşan AK Parti oldu; ben olmadım. Benim arkadaşlarım da olmadı. Şu anda partiyi kurduğumuz arkadalarımızın hiçbirine yolsuzluk ithamında bulunulamadı. Ola ki, bir itham olur; araştırılır. Hatırlarsanız, bana 'dolandırıcı' gibi bir ifadede bulunduğunda Sayın Cumurbaşkanı ki, gerçekten hem Devlet nezaketi itibariyle hem şahsi hukukumuz itibariyle aklım almamıştı. Dedim ki: 'Yani insanın vicdanı bazen kabul etmez ama bu akıl almaz bir şey' dedim. O gün dedim ki: 'Benim bütün 1. ve 2. dereceden akrabalarım dâhil herkesin malvarlıkları araştırılsın' dedim. Yani Meclis'e hesap vermeye, Yüce Divan'a gitmeye hazırım, dedim. Herkes de hazır olsun, diye ekledim. Bugün de aynı şeyi söylüyorum: Siyasilerin, her türlü hukuki araştırmadan çekinmemesi lazım.

Anaysal düzen, tümüyle değişmesi lazım. Bir tecrübe yaşadık 3,5-4 yıl ve bu tecrübe bize bir çok şey öğretti. Şunu gösterdi: İnsanların iyi olma iddialarıyla sistem kuramazsınız! Kişiye bağlı sistem kuramazsınız! İnsanların her an yanılabileceğini de düşünerek sistem kurmalısınız. Kişilerin güç sahibi olmakla daha etkin bir yönetim oluşacağını iddia edemezsiniz! Kişilerin güç sahibi olmasının ardından ortaya çıkabilecek yozlaşmaları engelleyecek denge mekanizmalarını sağlam tutmalısınız. Soru doğru ve bu soruyu soranlar da yakın tarihte benim verdiğim mücadeleye baktıklarında, görebileceklerdir. Ama şu denirse, 'Neler değişti?' diye... Türkiye değişiyor, dünya değişiyor. Nesiller değişirken benim değişmeyeceğimi söylemem, arkaik bir tutum olur. Böyle bir tutum içinde olmak istemem."


RUŞEN ÇAKIR: "NEDEN ÖZNESİZ CÜMLE KURUYORSUNUZ?"
AGMET DAVUTOĞLU: "HEP AÇIKÇA SÖYLEDİM: ÖZNE SAYIN TAYYİP ERDOĞAN'DIR"

Gazeteci Ruşen Çakır'ın "Daha önce yaptığım yayınları da takip ettiyseniz, hep şunu söyledim: Türkiye kötüye gidiyor deniliyor ama Türkiye bir özne değil! Türkiye durduğu yerde bir yere gitmiyor; bunun bir öznesi var ve bunun adı da iktidar. İktidarda ise bir tek adam yöntemi var: Recep Tayyip Erdoğan var. Yeni parti kuracak olan Ali Babacan'da ve sizde ise bu olumsuz durumların öznesi görünmüyor. Bunu nasıl açıklayacaksınız?" sorusuna yanıt veren Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, şöyle dedi:

"Bana haksızlık yapıyorsunuz Sayın Ruşen Çakır, siz de eleştirilere açık olmalısınız: Ben hiçbir zaman özneyi gizlemedim! Benim görevim, ilkeyi ortaya koymaktır. İlke şudur: Aileler siyasete girmemeli! Bu ilkeyi zikrettiğimde makul her insan, burada neyi kastettiğimi bilir. Zaten bana yönelik öfkenin sebebi de ne kastettiğimin bilinmiş olmasındandır. Herkesin anlamadığı bir şeyi söyleseydim, ben partiden ihraç edilmezdim.

Ben her zaman özneyi açık bir şekilde dile getirdim: Az önceki konuşmalarda da kimi zaman Sayın Erdoğan, Sayın Cumhurbaşkanı diyerek, özneyi işaret ettim. Ben akademik hayattayken de yalın olmuşumdur, siyasi hayatta da... Ama şuna da müsaade etmem: Birileri bunu bir Davuoğtlu-Erdoğan meselesi olarak görürlerse de buna şiddetle karşı çıkarım! Benim meselem, Sayın Erdoğan'ın iktidardan edilmesi, Sayın Erdoğan'ın üzülmesi ya da bir şeylerin ona yönelmesi değil! Tabi ki Gelecek Partisi olarak kendi iktidarımızı kurmak isteriz. Ama birisi çıkıp da Sayın Erdoğan'a yönelik şahsi bir şey söylememe beni yöneltecek olursa, ona da karşı çıkarım: Bu mesele şahıslar meselesi değil!

AHMET DAVUTOĞLU: "MALİYE BAKANI ARTIK AİLEDEN DEĞİL!"

Hiçbir yerde benim Sayın Erdoğan'a yönelik ya da ailesine yönelik bir söz ettiğimi göremezsiniz. Sayın Maliye Bakanı'nı ayırırım çünkü o artık aileden değil. O, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Bakanı... Eleştirilmeye açık olmalı ve onu eleştirmek, zinhar bir aile eleştirisi değildir! Eleştiriyi de hakediyor, fazlasıyla hakediyor. Türk ekonomisinin geldiği yer malûm! Biraz önce rakamları aldım; hayretler içinde kaldım: Mevsimsel etkiden arındırılmış tarım dışı işsizlik, yüzde 15,5'i bulmuş. Genç işsizlik yüzde 25... ama daha vahim bir rakam söyleyeyim: Ben Başbakanlığı bıraktığımda Türkiye'de istihdam 27 milyon 900 bin kişiydi. Şu anda istihdam ne biliyor musunuz? 28 milyon 100 bin kişi... Yani 4 yılda Türkiye'nin istihdam kapasitesi ancak 200 bin kişi artabilmiş. Daha vahimi; Türkiye'dde bir buçuk yıl önce 29 milyon 300 bin kişiymiş. Yani bir buçuk yılda 1 milyon 200 bin kişi iş kaybetmiş Türkiye'de... Şimdi böyle bir tablo varken, bu tablonun birinci dereceden sorumlusunu eleştirmek, aileyi eleştirmek değildir."

RUŞEN ÇAKIR: "KUDÜS MİTİNGİ, BİR NEVİ MİLLET İTTİFAKIYDI"
AHMET DAVUTOĞLU: "HAYIR, KUDÜS MİTİNGİ, KUDÜS İTTİFAKIYDI"

Medyascope Yayın Yönetmeni Ruşen Çakır, Ahmet Davutoğlu'nun da katıldığı ve Saadet Partisi tarafından düzenlenen Kudüs Mitingi'ne İBB Başkanı İmamoğlu'nun CHP ve Demokrat Parti'nin de Genel Başkanlarının katıldığını hatırlatarak, "Yani bu bir nevi Millet İttifakı'nın bir yansıması gibiydi. Size hep soruluyordur, bir de biz soralım: Yeni sistemde ittifaklar bu kadar önem kazanmışken, siz henüz bir seçim olmasa bile en azından prensip açısından ittifaklara açık mısınız ve kendinizi kimlere daha yakın hissediyorsunuz?" şeklinde sorunca, Davutoğlu şöyle dedi:

"Şimdi şuna bir açıklık kazandıralım: Dünkü Kudüs Mitingi bir Millet İttifakı mitingi değildi. Ona Kudüs İttifakı diyelim. Beni mutlu eden boyutu şu: Dünkü konuşmaların içinden Sayın Kılıçdaroğlu'nun konuşmasının metnini alın; Sayın Karamollaoğlu'nun konuşmasının metnini alın; benim metnimi ve Sayın Demokrat Parti Genel Başkanının metnini; tüm metinleri alın; sonra soyut olarak 'Bunlar kimin konuşmasıydı?' diye sorun; ayırt etmek mümkün değil... Sayın Kılıçdaroğlu'nun Hazreti Ömer'e ve Selahattin Eyyubi'ye yaptığı atıflar ve kullandığı dil, Allahaşkına AK Parti kitlesi içinde kimi rahatsız eder? Aslında geldiğimiz yer bu anlamda sevindirici... Keşke Sayın Cumhurbaşkanı da katılsaydı. Eğer katılsaydı, görecekti ki, Sayın Kılıçdaroğlu ile kendi metni arasında çok az farklılıklar bulacaktı. Kimsenin burada Kudüs için bir araya gelmişken, bir ittifak konusu çıkartmaması lazım. Yarın yine Kudüs ile ilgili bir miting olsa ve AK Parti'yle MHP birlikte düzenleyip çağırsa, ona da giderim! Kudüs ve Filistin konusundaki hassasiyetimi cümle âlem bilir.

Gelelim ittifaklara... İttifaklar birdenbire doğmadı! Bir sistem değişti ve ittifaklar ön plana çıktı. Dolayısıyla bunlar kalıcı ittifaklar değil! Yani Almanya'da olduğu gibi bir ittifaktan bahsetmiyoruz. Eğer Anayasa değişikliği olmsayaydı herkes kendisi girmeyi tercih ederdi çünkü herkesin çıkarına olan da oydu. Sayın Cumhurbaşkanına ben, ittifak yasası çıktığında, AK Parti eski Genel Başkanı ama faal bir Milletvekili olarak yaptığımız görüşmede, 'İttifak Yasası'nı çıkartmayın! Bu yasa, herkesten fazla AK Parti'ye zarar verecek' dedim. AK PArti'ye zarar verecek çünkü AK Parti'nin dokusunu bozacak; MHP'ye de zarar verecek, onun da dokusunu bozacak, demiştim.

Sayın Cumhurbaşkanının yanılgısı şu oldu: 'Biz burada ittifak kurarız, karşı taraf kuramaz' diye düşündü. Oysa karşı tarafı küçük gördüğünüz her anda siyasiler kaybeder! Yine ittifaklara dönersek, ben AK Parti-MHP ittifakının da diğer yandaki Millet İttifakının da mutlak anlamda sorunsuz ve aynı şekilde süreceğini söyleyemeyiz. Ben daha önce bir konuşmamda da söylemiştim: Türkiye iki kutuplu bir Soğuk Savaş dönemini yaşıyor: Millet İttifakı'na karşı taraf Zillet İttifakı diyor; Cumhur İttifakı 'tek adam' yönetimiyle itham ediliyor. Bu noktada Sayın Cumhurbaşkanı, geniş kesimde bulunan CHP antipatisini uyandırmaya çalışıyor. Diğer yanda ise 'Anti-Erdoğanizm' dedikleri Cumhurbaşkanlığı karşıtı üzerinden bir siyaset yürütülüyor. Bu iki siyaset, yeni siyaset üretme alanını daraltıyor: Bir taraf 'CHP iktidara gelmesin!' diyor, diğer taraf ise 'Erdoğan iktidardan gitsin!' diyor. Halbuki bizim şu anda vizyona ihtiyacımız var. Değişen dünya şartlarına uyumlu yeni bir Türkiye inşa etmemiz gerekiyor. Yeni nesillere ümit veren bir Türkiye vizyonuna ihtiyacımız var."

SEDAT PİŞİRİCİ: "KÜRT SORUNU VAR MIDIR?"

Sedat Pişirici'nin "En çok soru da Kürt vatandaşlarımızdan geliyor" diyerek başladığı sorusuna Davutoğlu, "Hoş geliyor-sefa geliyor" şeklinde tepki verirken, Pişirici, "Ben bir Kürt olarak diye başlayan sorular var. Birincisi, Ahmet Hoca'ya göre Kürt sorunu var mıdır, yok mudur? Varsa çözümüne dair birkaç cümle söyleyebilir mi? İkincisi, 7 Haziran ila 1 Kasım arasındaki dönemin Başbakanı olmanız hasebiyle çokça sorulan bir soru: 7 Haziran - 1 Kasım arasındaki terörü Ahmet Hoca neden engelleyemedi, diye soruyorlar. Neden IŞİD saldırılarına birbiriyle yanyana gelemeyecek olan PKK ve DHKP-C'yi de karıştırıp 'Kokteyl terör saldırısı' dediler? Son olarak da net bir soru: HDP hakkında ne düşünüyor?" şeklinde bir soru yöneltti. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, bu soruya da şu şekilde yanıt verdi:

"Birincisi, bir akademisyen olarak baktığımda, 'evet, bir Kürt meselesi vardır' diyorum. Ulus devletlerin oluşma sürecinde bir çok ulusal sorun ortaya çıktı. Bu konuda akademik tahliller de yapmalıyız. Bu konuda ise kimseye bir düşünce sınırı getirmek istemem. İkincisi sorun, Türkiye'de Kürt sorunu ise bir demokrasi sorunudur. Kürt sorununun sebebi demokrasi eksikliğidir. Diyarbakır Cezaevi'nde 12 Eylül sonrası yaşananlar olmasaydı, PKK'yı doğuran ve o istismara yol açan şartlar da oluşmamış olabilirdi.

Şunu ortaya koyalım: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsinin bugün bir demokrasi sorunu vardır. Öncelikli sorun da budur. Bunu çözmeye başladıkça diğer sorunların yavaş yavaş esnemeye, çözülmeye başladığını da göreceksiniz. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı'nın 2005'te Diyarbakır'da 'Kürt sorunu vardır' açıklamasının ardından attığı adımlar da aslında bir çok sorunun tartışılmasının önünü açmıştır. Sonrasında da ciddi mesafeler alınmıştır: Kürtçe'ye yönelik kısıtlamaların kalkması gibi kazanımlar ve daha bir çok kazanımlar...

Bugün beni en çok sevindiren de Gelecek Partisi'nin Türkiye'nin tüm kesimlerini temsil edecek bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Hani, Kurucular olur da yönetime gelmez! AK Parti'ye yönelik o eleştirileri kabul etmek lazım; Alevi 1-2 sembolik isim olurdu ama yönetimde yoktu! Kürt isimler olurdu ama gayrimüslim kişiler neredeyse yoktu. Gelecek Partisi'nde ise bu yıl 100. yılını kutlayacak olan Meclisimizin ilk günleri gibi tıpkı 1. Meclis gibi bir yapı oluştu: Türk, Kürt, Sünni, Alevi... Alevi derken, Alevi aydın değil! Alevilerin en büyük kitlesel örgütünün Başkanı... İstifa etti ve Gelecek Partisi'ne katıldı: Sayın Doğan Demir. Şu anda ise Genel Başkan Yardımcım; yani vitrinde duruyor da Alevileri temsil ediyor demek için değil. Kürt aydınlarının önemli bir temsilcisi olan Vahdettin İnce; Genel Başkan Yardımcımız... Marksizm'den 2 buçuk yıl hüküm giymiş Murat Bey de bizde; aynı dönemde ülkücülükten hüküm giymiş Selçuk Bey de bizde... Hepsi etkin görevler üstlendiler ve yapıyorlar. Türkiye'de ilk defa Rum, Ermeni, Süryani temsilciler var Kurucular Kurulu'nda... Bu Türkiye Cumhuriyeti'nde ilk kez gerçekleşen bir şey.

Bunları şunun için anlatıyorum: Türkiye'nin tüm meselesini bir tek Kürt sorununa indirgemek, sonra da onun detayları içinde karşılıklar oluşturmak yerine Türkiye'nin makro meselesini demokratikleşmeyle anlatmak ve Kürt sorununu da diğer sorunlarla birlikte demokratikleşme üzerinden çözmek yöntemini benimsemek lazım. Yoksa mesele Türk-Kürt karşıtlığına inmiş oluyor.

SEDAT PİŞİRİCİ: ... YANİ SİZ KÜRTLERİN EN SEVDİĞİ TÜRK MÜSÜNÜZ?
AHMET DAVUTOĞLU: EVET
SEDAT PİŞİRİCİ: EMİN MİSİNİZ?
AHMET DAVUTOĞLU: SEROK VEZİR DAVUTOĞLU DİYE BAĞIRDILAR YA?

Geçen gün Avrupalı Büyükelçilerle bir araya geldiğimde şunu söyledim: Türkiye'de Euroseptik yani Avrupalı şüphecilerle, Avrupa'daki Türk karşıtları arasında ilginç bir ortaklık var, dedim. Bu ilginç ortaklık, birisinin sesinin yükselmesi, diğerine; diğerinin sesinin yükselmesi de berikine yarıyor. Türkiye'deki etnik politika da Türk-Kürt karşıtlığı açısından benzer bir etkiye sahip: Bizde de Kürt Milliyetçiliği, orta Anadolu'daki Türk milliyetçiliğini; Türk Milliyetçiliği de Doğu Anadolu'daki Kürt milliyetçiliğini besliyor.

Bakınız, ben görevde değildim 3 buçuk yıl... Kendimi savunacağım bir aracım dâdil yok; buna rağmen Sayın Demirtaş'ın da Sayın Bahçeli'nin de en çok saldırdığı kişilerin arasındaydım. Niye biliyor musunuz? Parti ismi vermeyeyim: Kürt etnisitesi üzerine siyaset geliştirmek isteyenlerin en az hoşlandığı tip; Kürtlerin sevdiği bir Türk'tür... Türk kimliği üzerinden ve Kürtleri dışlayan bir siyaset benimseyen insanların da en az hoşlandığı kişi Türkler'in sevdiği bir Kürt'tür."

Bu sırada Sedat Pişirici'nin "Siz Kürtlerin sevdiği bir Türk müsünüz?" sorusuna Davutoğlu, "Evet" deyince bu kez Medyascope Yayın Koordinatörü Pişirici, "Emin misiniz?" diye sordu. Ahmet Davutoğlu ise konuşmasını şu şekilde sürdürdü:

"Ben Türkiye'deki herkesin beni sevdiğine eminim. Elbette herkese kendini beğendirmek gayri tabî olur ama şuraya gelmek için bunu söylüyorum: Terörle mücadele bağlamında da Türk ve Kürt gibi bir ayrım yapmadım. Hatırlarsanız, terörle mücadele ederken 1 Nisan 2016'da Diyarbakır Meydanı'nda önüme birçok istihbarat raporu kondu: Suikast yapılabileceğine dair... Ben yine de Diyarbakır'a gittim o dönem ve muhteşem bir kalabalık doğal olarak toplandı. Mitingde bir araya gelmeyen kalabalık, Ulucami önünde bir araya geldi. Orada onlara şu hitapta bulundum ve hiç yadırgamadılar: Ben Toroslar'da doğmuş bir Türkmen çocuğunun bu topraklardaki hakkı ne ise Hakkari'de doğmuş bir Kürt aşiret çocuğunun da hakkı odur ve onları kimse ayıramayacak! Bunu samimiyetimle söyledim. Meydanda bana Kürtçe 'Serok Vezir Davutoğlu' diye bağırdılar.

Hatırlarsanız daha sonra Sayın Bahçeli, bu 'Serok Ahmet' konusunu gündeme getirmeye çalıştığında ise şunu söyledim: 'Yurt dışına gittiğimde bana nasıl ecnebi dilinde Primester Davutoğlu dendiğinde rahatsız olmuyorsanız, Anadolu'nun saf güzel Türkçemiz gibi güzel Kürtçemizle Serok Vezir Davutoğlu dendiğinde niye rahatsız oluyorsunuz' dedim. Şimdi, bize ait olan her şey savunmamız lazım: Türkçemizi olduğu gibi Kürtçemizi veya diğer lehleçeleri de... Bu topraklarda yaşayan her bir vatandaşımızın hakkını-hukukunu gözetmemiz lazım.

GELECEK PARTİSİ LİDERİ DAVUTOĞLU: "O GÜNLERDE HDP, DAĞDAN GELEN SAVAŞ ÇAĞRISINA SESSİZ KALDI!"

7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki konuya gelince... Daha önce de söyledim, Sayın Cumhurbaşkanı görevi bana tevdi ederken, Çözüm Süreci'ni bir emanet olarak verdi. Ben Çözüm Süreci'nin başarıya ulaşması için her çabayı gösterdim. Daha sonra büyük eleştirilere tabi tutulan Dolmabahçe mutabakatı aslında siahların bırakılması sözünün yerine getirilmesiyle ilgiliydi ve bu Sayın Erdoğan'ın 2013 yılında Başbakan olarak verdiği bir sözdü ve yapılmamıştı. Bütün bunları sabırla biz yaparken, Başbakan olduğumda acı bir gerçeği farkettim: Çözüm Süreci adı altında kamu düzeni yok edilmeye başlanmıştı. Yani bir tarafta Devletin mahkemeleri varken, paralel mahkemelerde yargılamalar yapılıyor ve Devletin Hazinesine vergi ödenecekken, birileri haraç almaya kalkıyordu. Bu Çözüm Süreci'nin parçası değildi. Burada 7 Haziran'dan sonra aşırı bir kibre kapıldı HDP ve Kandil'deki onun arkasındaki akıl Hocaları; Türkiye'yi bir terör yumağına sokmaya çalıştı. Şimdi HDP'liler sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi konuşuyorlar. 11-13 Temmuz'da 2015 yılında Kandil'den Türkiye'de silahlı savaş çağrısı yapıldı ve HDP de buna sessiz kaldı. Terör çağrısı yapıldı; hendekler, barikatlar kuruldu. O zaman neye güveniyorlardı? Türkiye Cumhuriyeti'nin başında Meclis'te çocuğunluğu olmayan bir Başbakan ve Hükümet var; biz istismar ederiz, kamu düzenini yok ederiz, diye düşünüyorlardı. Biz ne yaptık? 23 Temmuz'da çok kararlı bir şekilde bu mücadeleyi başlattık. Evet, mücadele emri verirken aynı anda PKK, DHKP-C ve IŞİD diyerek mücadale verdik. Çünkü bunların üçü birden Türkiye'yi tehdit ediyordu. 20 Temmuz ile 23 Temmuz arası Suruç'ta IŞİD saldırdı; İstanbul'da DHKP-C silahlı gösteri yaptı; Adıyaman'da PKK bir askerimizi şehit etti ve 22 Temmuz 2015'te de Ceylanpınar'da iki polisimiz ensesinden vurulmak suretiyle şehit edildi. Ben e Başbakan olarak ilgili kişileri topladım ve gece 03.00'da terörle mücadale talimatı vermek durumunda kaldık."

Medyascope Yayın Koordinatörü Sedat Pişirici'nin "Bugün artık Adalet ve Kalkına Partisi'nin Başbakanı değilsiniz, Gelecek Partisi'ni kurdunuz. HDP sizin için nasıl bir parti? İttifak kurulacak bir parti midir? Sistemin bir partisi midir; o konuda ne düşünürsünüz?" şeklinde sorduğu ve aslında bir önceki sorunun eksik kalan kısmını hatırlattığı Ahmet Davutoğlu, şu açıklamayı yaptı:

"Şimdi bizim 7 Haziran seçimleri sonrasında CHP ve MHP'yi ziyaret etmemiz doğaldı. O dönemde bir soru vardı: HDP'yi ziyaret edecek miyiz? Çünkü o günlerde bize karşı açık bir şekilde sert bir dil kullanıyor ve PKK'nın terör eylemlerini de kınamıyordu. Dedim ki o zaman ve bugün de aynı kanaatteyim: 'Herhangi bir partiyi ziyaret etmek, o partinin tepe yöneticilerine saygı dolayısıyla değil; o partiye oy veren halka-kitlelere saygı dolayısıyladır. Gittim ve uyardım o zaman: 15 Temmuz 2015'te... Genel merkezlerini ziyaret ettim. HDP'nin zihniyetiyle benim hiçbir zaman uzlaşmayacağımız aşikâr. Ancak demokrasi varsa ve kitleler yüzde 10 civarında bir oy vermişse, o kitlelerin tercihine saygı duyarım. O tercihi değiştirmeye çalışırım ama kullanılmış bir tercih varsa ben halkın hangi kesimi olursa olsun, ben o partiye 1 kişi dâhil oy vermişse, saygı duyarım.

HDP'nin nasıl görüleceği ise HDP'nin tutumuna bağlıdır. Terörle arasına mesafe koyarsa, herhangi bir siyasi parti mualemesi görür bizden... Terörü meşrulaştırmaya kalkarsa da en sert mukabeleyi görür. Türkiye'nin teröre taviz vereceği tek bir saniyesi bile yoktur."

Son olarak Gazeteci Ruşen Çakır'ın "FETÖ'nün siyasi ayağının miladı meselesi var: Bir taraf darbe giriiminden itibaren; bir taraf 17-25 Aralık'tan itibaren; bir taraf MİT krizinden itibaren; bir taraf da ta Fethullah Gülen'in İzmir'de örgütlenmesinden itibaren miladı belirlemek istiyor. En son İlker Başbuğ'un açıklamasıyla da işler karıştı, biliyorsunuz. Sizin miladınız nedir?" sorusuna Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, şu yanıtı verdi:

AHMET DAVUTOĞLU: BANA GÖRE MİT TIRLARI HADİSESİ MİLATTIR"

"Şimdi maalesef Türkiye'deki en büyük analiz sorunu ne yazık ki konjonktüralizm... Yani bir konjonktürde en iddialı bir şekilde savunulan bir şey, bir başka konjonktüre bir anda kriminal hale gelebiliyor. Türkiye'nin kalıcı bir çözüme atıfta bulunması lazım: Konjonktür ile değişmeyecek şeylere... FETÖ de öyle bir şey... Bundan 10 sene önce herkesin gittiği Türkçe Olimpiyatları'na katılım şimdi bir suç haline dönüşüyor; buna mukabil FETÖ ile açık iletişimi olan unsurlar; FETÖ'nün sözcülüğünü yapan köşe yazarı, kalkıp, masanın bu tarafına geçip neredeyse bizi FETÖ'cü ilan edecek hale geliyor.

Kalıcı olan ne? Ona bakmak lazım... Bir kere bunun da hukuki ve siyasi terminolojisini ayırmak lazım... Siyasi olarak ayrıştırarak, hukuki olarak bunun nasıl kategorize edileceği önemlidir. 15 Temmuz Darbesine kim katılmışsa, zaten bu kriminal bir alan... 17-25 Aralık'ta da bu hain örgütün varolan meşru hükümeti devirme çabası belli olduktan sonra hâlâ buna sempati duyanlar da şüpheyle karşılanabilir ve onlar üzerinde hukuki araştırmalar yapılabilir. Benim için en önemli kriter, 7 Şubat MİT krizidir; bunu bir Devlet adamı olarak söylüyorum. Çünkü o tarihten önce Devlet'in işleyiş mekanizmasına bu derece görünür bir müdahale olmamıştı. Hatta 28 Şubat'a bile destek veren bir FETÖ vardı. Bana 2009 yılında Dışişleri Bakanlığı görevi verildiğinde, daha ortada FETÖ'nün bu şekilde kriminalize edilmesi de sözkonusu değildi; Sayın Ömer Dinçer Başbakanlık Müşavirliği yaptığı için de Emniyeti iyi tanırdı, ben kendisini aradım ve şunu dedim: 'Bana öyle bir emniyet koruma ekibi ver ki, benden başka hiçkimseden talimat almasın! Anlıyorsun değil mi?' dedim."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

10.02.2020 (Haber Merkezi)

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR