Arkeoloji Nedir?

Öğrenci iken arkhe ve logos; (eski ve bilim) kelimelerinin birleşiminden doğan ve
eski insanları ve eserleri açısından inceleyen, diğer bilim dalları ile dayanışma içinde
yorumlayıp geçmişi tanıtarak geleceğimize ışık tutan bir tarih öncesi, Ön Asya, Mısır,
Anadolu ve Akdeniz Uygarlıklarını konu alan farklı ana bilim dalları olan bir bilim olduğu
öğretilmişti hocamız tarafından. Burada ne işiniz var. Gidin hayatınızı kazanacağınız bir
bölüm okuyun diye de salık vermişlerdi. Biz onu dinlemeyip gittiği yoldan gitmeye yöneldik
ve 35 yıldır mesleğime hizmet etmenin onurunu yaşamaktayım. Tüm hocalarımı ve
meslektaşlarımı sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Onların yaptıkları çalışmalarla insanın ve
insanlığın tarihi kültürü aydınlanmış, sanat eserleri ve kültür varlıkları olarak insanlığın
hafızası olarak koruma altına alınmış, özel koleksiyon ve müzelerde sevenlerin, ilgilenenlerin
beğenisine sunulmuştur.
Günümüzde arkeoloji denilince kazı bilimi olarak ifade ediliyor. Kazıda uygulanan
tekniklere indirgenmiş arkeoloji uzmanlığı da insanı ve uygarlığı tanımaktan bir pişmiş toprak
kap parçasının kulp ve taban yapısının şekli ve yapısına indirilmiş durumda. Bize mezar
kazıcılar veya defineciler derlerdi ve bundan rahatsızlık duyardık duymamak gerekirmiş.
Şunu anladık ki damlada ne var ise denizde de o varmış. Damlaya damlaya göl, akar gider sel
olur denizi bulur devir daimini tamamlarmış. Mesele bu akışkanlığa katılabilmekte imiş.
Mesleki olarak anladım ki insan ve kültürün çeşitliliğini ve devamlılığını, canlılığını
anlayıp anlatmaya çalışırken. Beden denilen sinemize kimler defnedilmiş, kimler dirilmiş,
kimler oradan bize ışık salıyor haberimiz olmadan kendi mezarlarımızı kazıyormuşuz. Ve o
mezara kimleri koyuyoruz hiç anlamamışız. Halbuki gizli hazine kendimizi tanımak imiş ve
kendi değerimiz ortaya çıkartmamız gerekirmiş. Bilginin – ışığın tapınağının alnında boşa
yazmıyormuş “kendini tanı” diye
Arkhe denilince ilk – eski anlamını vermekte sözlükler. Neyin ilki? Eski: Eski olan
ne? Amacım felsefe yapmak değil. Bilme ve olabilme ilişkisi içinde ilk-eski diye tanım
yapanın amacını ve yapısını ortaya çıkartmak. Bu bağlamda yola çıktığımızda haliyle haydi
Osmanlı dönemini de içine katalım ki kültürel kopukluk olmasın klasik arkeoloji, etkileşim
alanı Mezopotamya ve Mısır medeniyetleri Hint kıtası…. halkayı genişlet gitsin. Farklı
coğrafyalarda, farklı mekanlarda, farklı tarihlerde, farklı insanlarca yaşama mücadelesinin
seyir defteri. Nerde neden başladı? Yaşama arzusundan yaşamın içinden. Neye evrildi?
Tanıma arzusuyla yaşama arzusuna desem… Yaşadı mı? Bilmem. Ben daha yeni geldim.
Yeni iman sahibi bir Hıristiyan bir Yahudi’nin yakasından tutarak siz bizim
peygamberimizi öldürmüşsünüz diye hesaba çekmiş. Yahudi: O iki bin yıl önceydi deyince
Hıristiyan olsun ben yeni duydum hesabını sorarım demiş. Yaşayanın, yaşamın inanç ve
duygu kökenli olduğunu anlatan ne güzel bir kıssa. Eski olan ne şu gök kubbenin altında?
Çeşmeden akan su mu? Toprak mı? esen yel mi? 1950 veya 2005 model buzdolabımız veya
alt versiyon telefonumuz mu yoksa haberleşme duygumuz mu? Güneş ışıltısı mı?
Gülücüğümüz veya korkumuz mu? Mevlâna Celaleddini Rumi “Her gün bir yerden göçmek
ne iyi, Bulanmadan donmadan akmak ne hoş, Her gün bir yere konmak ne güzel. Dünle gitti
cancağızım, Ne kadar laf varsa düne ait Şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Bugün Ahmet
benim, ama dünkü Ahmet değil. Bugün anka benim, ama yemle beslenen kuşcağız değil”.
Derken her oluşun üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına değin yaşamın anı daim olduğunu mu
söylemekte. Ne dersiniz?

Eski İngilizcede -ark sözcüğünün Nuh'un gemisi anlamına geldiği, ancak aynı
zamanda Ahit Sandığı'nı da ifade ettiği yazar. Mimaride kavis, kemer, yay anlamında arch
kelimesi, kamer (ay ve şekli itibariyle yay) anlamında Farsça kelime, arka ve arık anlamlı
Türkçe sözcük ile yürüyüş ve yeniden varoluş anlamındaki (march) Fransızca sözcük
arasında nasıl bir anlam birliği olduğuna dair en yakın bilim dalı olarak tarihçilere dil
bilimcilere veya filozoflara sorsan benzerlik olduğunu, bazı sözcükler ile anlam birliği
olduğunu ama birisinin dini kavram diğerinin mimari kavram, bir diğerinin insan yaşamı ve
anatomisi ile ne alakası var diye sana saçma attı deli derler. Halbuki hepsi yaşamın, özün
içinde. Öyleyse bu var olup anlatılanları yerlerinden kaldırıp canlandırarak yerli yerine koyup
anlam kazandırılması yaşayanlara ve yaşamak isteyenlere düşen bir görev.
İlk yazılı kaynak olarak Sümer Gılgamış Destanında anlatılan Tufan mitolojisinden
veya kutsal kitaplardaki Nuh Tufanından. Kafamıza soyut, somut, canlı cansız, bitki, hayvan
her cinsten erkek ve dişi olarak bir çifti alıp diyalektik yapalım bu fırtınadan ne çıkacak zeytin
gözlü barış güvercininden başka. Orayı nerden bulalım, buna ömür mü yeter derseniz ahit
sandığına buyuralım. Sözleşmemizi yenileyelim tabernakıl’da. Mişkana, huzura sakinliğe
erelim. Sözcük miskinliğe evrilip lanetlenmeden.
Bir de logos var duyguları kavrama anlama anlamlı. Biz buna ilgi duyma diyelim.
Veya alaka kurma. Araplar akıl yürütme demişler kıldan örülmüş ipi devenin başına geçirerek.
Böylelikle hem çölde annesinin ardında tek başına bağsız dolaşan deve yavrusu anlamındaki
cahillikten kurtulmuş hem de insanlık kervanının çekeri. Var olan her şeye bir kelime giydirip
sonra tefekkür edip her şeyin düşüncenin eseri olduğunu akledip düşünceyi zaman ve mekân
boyutlarından arındırıp soyutlayıp yaşama teslim etmişler. Akletmez misiniz (neden akıl
yürütmüyorsunuz alaka kurmuyorsunuz) diye de uyarı levhaları asmışlar köşe başlarına. Ama
yazan kim, okuyan kim…
Aklımızı başımıza alalım. Nasıl olacak aklımız zaten başımızda değil mi? Hayır o
başımızdaki et yığını biz insanlar gibi her canlıda var ve bulunduğu yerde ait olduğu vücudun
yaşamsal devamlılığını devam ettirmesini sağlıyor. Akıl bu tür eylemler için kullanılan bir
aygıt değil. O tür kişiler çevremizde çok. Hatta şunu bunu kandırdıkça kimisi özel ortamında
kimi de sosyal medyada lüks içinde pırıl pırıl parlayarak kendi reklamını yapmada
Duyguların geri duyguya dönüşmesi, yaşanarak, empati yapılarak arıtılıp duygu
olmaktan canlanıp yaşama geçmesinden söz ediyorum. Bilmem anlatabilir miyim?
Sahi baba olmadan babalık duygusunu bile bilir misiniz? Bilsek bile evladına bir çift
çarık alamadığı için hayatına son veren babanın duygularını…? Böyle bir durum oluşmaması
için kendimiz ve toplum için ne yapabileceğimizi düşündük mü hiç? Veya evladını kaybeden
bir annenin çektiği acıyı… bilme ile o acı arasında ne alaka var? Peki inandığımızı,
bildiğimizi eylemledik mi hiç?
Bilme, yapa bilme, olma olabilme. Yaşama, yaşayabilme yaşayan güzel Türkçemizin
sözcükleri arasında felsefe ve kelime arkeolojisi yapasım geldi.
Günümüzde ne hoş her tür bilgi her istediğimiz yerde istemediğimiz kadar hazır…
Hea ben de duydum. İnternette de yazıyordu, okudum… Güneş uzaydaki bir turunu 230
milyon yılda tamamlıyormuş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu