RUH TETİKÇİLERİ CEZALANDIRILSIN:Tüm Hukukçularımıza Açık Çağrımdır!
İnsan denilen organizma sadece fiziksel bir varlık değildir. İnsana karakter ve anlam katan benliği ‘Ruh’u da vardır. Hatta birçok inanca göre insanın fiziksel bedeni ölümlü ancak ruhsal varlığı sonsuzdur. Semavi dinlerin kitaplarında yazanlara göre her bir insanın içinde bulunan ‘Ruh’ bizatihi Tanrı’nın kendisidir. Semavi dinlere inan insanlar günlük haftalık ve aylık periyodlarda Yüce Yaratan’a ibadet ederler. Ancak ne hikmetse Yüce Yaratan’ın tezahürü olan insanın içinde bulunan ‘Ruh’u incitmekte ve kırmakta bir sıkıntı görmezler. Hatta sinirlenince başta en yakınları olmak üzere çevresindeki tüm insanları kırarlar üzerler.
Ruhi Su; bir doğuşunda ‘Benim Kâbe’m İnsandır’ diyerek asıl kutsal olanın içinde Tanrı’yı barındıran insan olduğunu ifade eder.
O halde insana ve dolayısıyla insanın ruhuna savaş açanlar aslında Tanrı ile savaş halindedirler.
Birde ‘Ruh’un sonsuz ömrü olduğu düşünülürse insan ‘Ruh’una karşı işlenen suçların sonsuz yansımaları olmaz mı?
Peki yıllar boyu insan ruhuna karşı bunca suç işlenirken devlet ve hukuk sistemi ne yapmış? Materyal bir anlayışla somut suçlar cezalandırılmış ruha karşı işlenen soyut suçların yargılanması dahi düşünülmemiştir.
Neolitik devrim sonrası tarımın yapılması ve insanların şehirler kurarak toplu olarak yaşamaya başlamasından günümüze nice insanın ruhları öldürülmüş, kırılmış, yaralanmış, etkisizleştirilmiş, pasifize edilmiş, yok sayılmış, rencide edilmiş, ruhları satılmış, ruhları çalınmış, ruhları hasta edilmiş, ruhları sakatlatılmış, ruhları hapis edilmiş, ruhları örselenmiş, ruhları aşağılanmış, ruhları hor görülmüş, ruhlara hakaret edilmiş, ruhlara küfür edilmiş, ruhlara saygısızlık edilmiş vs. gibi sayarsak daha da uzayıp gidecek suçlar işlenmiştir.
Ve bu suçları işleyen faillere-tetikçilere herhangi bir ceza verilmemiştir.
Ve bu alanın boş ve cezasız olduğunu gören, dünyayı perde arkasından yönetmeye soyunan bazı güç odakları kurumsallaşarak bu suçları tahammülden işlemişlerdir.
Bu kurumsal güç odakları daha çok devlet içinde egemen olduğundan bu suçları devletin gücünü de kendilerine katarak katmerli bir şekilde işlemektedirler.
Ve ne yazık ki bu olguyu gören bilen ve karşı çıkan kimse bulunmamaktadır.
Sanki ortada bir suç ve fail yokmuşçasına herkes üç maymunu oynamaktadır.
Düşünürlerimiz, entelektüellerimiz, hukukçularımız, insan ruhunu hedef alan bu suç ve faili ya bilmemekte, (bilmiyorlarsa sıkıntı dahada büyük) ya bu suç ve faili bildikleri halde gücün karşısında biat etmekte, ya da daha kötüsü bizim aydın olarak bildiğimiz tüm insanlar bulundukları makamlara bu güç sayesinde gelmiş ve bu gücün kalem silahlı askerleridirler.
Kamu kurum ve kuruluşlarında şöyle bir düzen işlemektedir: Liyakat sahibi olmayan yöneticiler iş başına getirilir, personel içinde liyakatli kişiler varsa onlarda engellenme ve mobbinge maruz kalarak pasifize edilir. Pasifize edilemezse sürgün edilir. Ve bir şekilde liyakatli kişi pes ettirilmeye çalışılır. Mobbinge ile pasifize edilmeye çalışılan ideal sahibi bilgili personel çoğunlukla etkisizleştirilir. Üniversite okumuş akademik heyecanı olan bireyin ülkesine ve insanlığa ideal işler üretme isteği zamanla törpülenir, düşünemeyen bir etkisiz eleman olması planlı bir şekilde sağlanır.
Böylece tüm kurumların işlevselliği bozulur görüntüde işleyen bir mekanizma olmasına rağmen iş ve bilgi üretmede verimsiz ve kısır bir hale gelir.
Bu perde arkası tetikçiler ise insanları işi ve ekmek parası ile tehdit eder korkutur ve sindirirler.
Benim anlayamadığım iş ise bu perde arasındaki insanlar bizim toplumumuzdan çıkarlar. Bir insan içinden çıktığı ülkeye, inandığı tanrıya, (eğer inanıyorsa), etik ve ahlaki değerlere, kısacası tüm varlığa nasıl ihanet edebilir? Bu ihaneti karşılığında vaad edilen şey nedir? Değer mi acaba çevirdikleri bu kadar dolaba? Şu kısacık hayatta küçücük menfaatin için bunca yetimin, öksüzün ve uzun yıllardır ezilmiş halkın hakkını gasp etmeye değer mi? Tüm bu soruların cevabını oturup vicdanlarına verecekler. Tabi bunca kirden sonra vicdan denen mefhumları kaldı ise?
Esas konumuza gelecek olursak insan ruhuna karşı işlenen suçların tespit edilmesi, ruh suçları kanunları oluşturulması, ruha karşı işlenen suçlara ceza-i müeyyideler konulması, hukuk fakültelerinde “ruh suçları bölümü” kurulması ve alanında uzman hukukçular yetiştirmesi ile oluşturulacak pilot uygulama ileri gelecekte tüm dünyada uygulanabilecektir. Nasıl ki tıp biliminde fiziki hastalıkları tedavi eden bölümler yanında “ruh ve sinir hastalıkları ana bilim dalı”, psikoloji, psikiyatri gibi alanlarda insanların ruhsal hastalıkları tedavi edilebiliniyorsa, hukuk fakülteleri ve ceza mahkemelerinde “ruhsal suçlar ana bilim dalı” pekala kurulabilir.
Benim tespit edebildiğim ruh cinayetleri:
Bireyin maddi-manevi ve fikri olarak idealist kişiliğini öldürerek bu fiilin olmasını engellemek. Bireyi sürekli aşağılayarak potansiyelini öldürmek. Bireyi kamu makamı kullanarak mobbinge maruz bırakmak. İşlemediği bir suç ile itham edilerek gözden düşürmek. Bir akrabanın suçunu onun yakınına o işlemiş gibi ödetmek. Bireyin ideallerine ulaşmasında çeşitli engeller çıkararak ideale ulaşma inancını öldürmek. Yeryüzünde tanrıcılık oynayarak hem Tanrı’ya meydan okumak hem de insanların Tanrı’ya olan inancını öldürmek. Heyecan sahibi idealist ve dünyaya olumlu katkı sağlama isteği olan bireyin heyecanını söndürmek tıpkı yanan ateşe su dökmek gibi öldürmek. İyilik tarafında saf tutmuş bireyin ülke ve dünyanın gelecekte daha güzel bir yer olabileceği umudunu öldürmek. Uygulanan sistem ile toplumsal hayatta bireyler arasında oluşabilecek karşılıksız sevgi ve müsamahayı öldürmek herkesin birbirine acaba bundan bana ne zarar gelebilir tedirginliği ile davranmasını sağlamak. Bilim ile uğraşan ve yeni sözler söyleme potansiyeli olan inançlı akademisyenlerin yayınlarını görmezden gelerek hakikatin ortaya çıkmasını engellemek. Akademisyenlerin birbiri arasında buzdan duvarlar örerek komplike oluşumların ortaya çıkmasını engellemek. Üniversitelerde öğrencilere bilgi ve akademik görgü öğretilmeden mezun etmek. Bilimin içini boşaltarak bilme olan inancı öldürmek. Anadolu’yu, insan, bilgi, duygu ve inanç bakımından kuraklaştırarak iyiye ve güzele dair ne varsa yok etmek.
Ruha karşı işlenen suçların fiziki yansımaları ise kamu personeli veya sivil bireyi intihara götüren alt yapıyı hazırlamasıdır. Derinlemesine incelendiğinde birçok fiziki cinayet ve darp ta ruha karşı işlenen suçların tepkisi olarak işlenmektedir.
Eğer ruha karşı işlenen suçlarla mücadele edilir ve bu suçlar minimalize edilirse şehirlerde ve ülke genelinde fiziki suçlar azalacak belki uzak geleceklerde hapishanelere dahi ihtiyaç kalmayacaktır.
Anadolu insanının maneviyatını katletme yolunda sistemli çalışan güruha yine bu toprakların kadim sahibi olan Kral I. ANTİOKHOS’UN sözleri ile cevap vermek isterim.
“Tanrısal buyruk olan bu sözleri söyleyerek ve taşa kazıyarak ilan ediyorum: İnanıyorum ki benden sonra bu ülkeyi yönetecek olanlar tanrısal onurla evrensel hukuku uygulayarak gelecek yıllarda daha da ziynetlenecek bilgelikle “yaşamı” kusacaklardır. Bunlar kendi ülkelerinin değerlerine saygı gösterdikleri gibi doğunun ve batının değerlerine de saygı göstereceklerdir. (Yurtta Sulh Cihanda Sulh) Kim ki bu toprakların egemenliğini elinde bulundurursa bu yasayı sürdürsün. Bu saygılı davranış sayesinde onlar kutsallığını devam ettirecektir. Aynı şekilde; gelmiş ve gelecek tüm insan oğullarına şunları iletiyorum: Eğer biri kör bir cehaletle bu yasaya aykırı davranırsa, bu topraklara “”kötü düşüncelerle” girerse bu “kutsanmış mübarek” topraklardan geri dönsün “kötü düşüncelerinden” “arınsın”. Eğer inadının esiri olarak “gizlice veya güç kullanarak” buraya girmeye yeltenirse istediğine ulaşamayacaktır. Çünkü burası “Yüce Kudret’in” himayesindedir.” Kommagene Kralı I. Antiokhos
Nemrut dağı zirvesine doğunun ve batının tanrıları için kadim bir tapınak inşa ettiren Kral I. Antiokhos’un ifade ettiği gibi bu topraklar “Yüce Kudret’in” himayesindedir. Ve âli gelecekte bu topraklarda iyilik ve güzellik yeşerecektir. Tohum her bireyin yüreğindedir. Her ne kadar dünyevi ekosistemi kontrol ederek yürekleri çölleştirseler de tohuma yaklaşamayacaklardır. Bu tohumlar insanların yüreğinde Hakkın maneviyatı ile beraber tıpkı yedi uyurlar gibi uyumaktadırlar. Tohumların yani yedi uyurların uyanıp mağaradan çıkabilmesi için dünyanın ruhani olarak tertemiz hale gelmesi gerekmektedir. İşte o anda Yüce Yaradan’ın Müddesir Suresi 1-7 ayetlerinde ifade ettiği gibi “Ey örtüsüne bürünen kalk ve uyar” sözleri nidalanacak ve iyiye güzele uyanış başlayacaktır.
Tüm bu anlattıklarımdan sebep insanın karşısındaki bu düşmanı bilmesi tanıması ve ona karşı mücadele etmesi içindir. El Hayr’ın amcası Hz. Hamza’nın da dediği gibi “gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam” ifadesinde olduğu gibi görünmezi görünür etmektir niyetimiz. El Hayr’ın ifade ettiği “büyük cihat”, günümüz dünyasında tanrıcılık oynayan bu güruh ile edilen cihattır. Muhtaç olunan güç ise her bireyin yüreğinde fazlası ile mevcuttur. Yeter ki birey bu gücü uyandırıvermeyi bilebilsin.
Sanat Tarihçi&Arkeolog Turgay Hortoğlu