Alleben’de Bir Yağmur Üstümü Örterken

Mazlum Çetinkaya

Alleben’de Bir Yağmur Üstümü Örterken

 

 

Bir yağmur yağıyor burada, yağmur İstanbul’da yağıyor da, kalbim Alleben’den üşüyor. Yağmuru yağmurlara bağlamışlar, kentleri kentlere, insanları insanlara bağlamışlar sanki, aşklarla, unutmalarla, hatırlamaklarla…

Bir anıyı konuştuk, eski bir anıyı, yirmi yıl öncesinden anıdan sayılır mı bilemiyorum, yirmi yıl öncesini konuştuk!

Sonra tarihi kurduk, bir saati kurar gibi Düztepe yokuşunun ışığından tarihi kurduk kollarımızın üstünde damarlarımızın atışına bakıp saatleri kurduk…

Uzaktan bir türkü bir çukur gibi iniyor kalbine senin, yaşarsak Kilis’e de gidelim diyorsun, yaşarsak!

Kim yaşıyor ki!

Bir türkü bir kentin kalbine künyesini, tarihini, acısını, amansız yokuşunu kazıyorsa kim yaşıyor olabilir, uzaktan vurur mu insana böyle bumerang olup türküler.

Bahçalarda mor meni,

Verem ettin sen beni...

Nasıl verem olmayım?

Eller sarıyor seni...”

Aklımda kalan bu eski dizelerle sizleri hatırlıyorum, bir gece Şemsettin Murat’ın saçlarına Amed’den beklediği kar tanelerini, sonra kaldırıma kazılmış bir çukurun üstünde Deli Kemal ile eski bir banka soygununu, Fransa anılarını, kafamızdaki o cihaz seslerini, İsrail bizi takip ediyor demesini… hummalı bir ateşi kesen portakal suyu rüyadan uyandırıyor beni.

Ahhh Hasan ışıklarda bize ateş edenler kimlerdi? Ahh Hasan, hangi rüya bu kenti bıraktı, bu kadar acımasız mıydı bu Alleben! Söyle Hasan, söyle bu kent ne zaman kendinden koptu da senin oldu!

Hikâyelerinde hep bir Ülkü akan bu Alleben, bu kadar derin miydi rüyalarıma girmezden önce!

Nasıl yağmur yağıyordu, biz durmadan yürüyorduk bize ait olmayan şarkıların sesine; işçilerin, fıstık kıran kadınların, eski duvarların hatıralarına hatıra olup durmadan yürüyorduk…

Ben ölümü anlatırken sen dinliyorsun, babam senden önce öldü diyorsun, cümle kurmuyorsun adeta cümle oluyorsun süslü bir havuzun başında, bana eski ölümleri hatırlatıyorsun, kara bir çingenenin dudağındaki iniltisini duyuyoruz, bir ağaç ölmek üzere diyorsun, radyonun sesini kısın diyor Ahmet Abi, sayım günü bir devrimcinin E Tipi bir anısı çingenenin ışıkta sıktığı kurşunun üstünü örtüyor sanki, inilti ve ateş bir kurşun anısı oluyor…

Bak diyorsun, sabah olunca mutlaka gidelim Kilis’e, bir şair ölmüş diyemiyorsun bir sevgili ölmüş diyorsun; üstünü örtmemişlerdir, üşüyordur, kılıcı toprakta saklamışlar diyorsun… sonra Suriye’ye geçeriz oradan çay alırız. Çay ucuz orada; şeker de, zeytin de…

Bakıyorum sana doğru; gözlerine yağmur vuruyor, konuşmuyorum, ama sen gözlerime bakıp; dönersek eğer, zeytinleri yer çekirdeklerini Alleben’e atarız diyorsun, şehitliğin altındaki çay bahçesinde otururuz!

Gözlerine bakıyorum o an, kendime bir acı oluyorum soluksuz bir acı. Bu kent soluksuz bir acı gibi, bu kent soluksuz bir sevgi, bu kent soluksuz bir aşk sanki.

Işıklarda duruyoruz, Kendirli Kilisesi’nin camii oluşu ile ilgili demokratik dönüşümünü anlatıyor milli ve yerli bir solcu.

Omzumdan doğru yoruluyorum ben sana, yokuştan çıkarken, sanayii o küçük eski sanayii kapanmış, saate bakıyoruz, işçiler şivelerinden kopuk bir tiyatro gibi evlerine ve şiddetlerine doğru hızlı adımlarla yürüyorlar.

Yürüyor işçiler ölüme ve öldürmeye doğru bir çıta olup…

Duruyoruz gözlerime bakıyorsun, yağmur seni konuşturuyor sanki. Burası bir tek senin değil diyorsun, Alleben’den bir ses…

Bu sokakta Haki vuruldu diyor, Haki kim diyorum!

Haki, eski bir hecedir diyorlar!

Oğlum; bilet aldın mı baba diyor, Ülkü Tamer’in ellerini öpüyorum doğrulurken fıstık kıran kadınların acısından, kendimi koparıp seni vurmaya geliyorum. Biz zaten hep seni vurduk…

Yağmur yağıyordu Düztepe’de, ben tarihe uzanıp kendimi yok ederken, Kürecikten bir göç sesi üstümü örtüyordu Onat Kutlar salonunda

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

2.12.2020 (Mazlum Çetinkaya)

DİĞER YAZILAR

2014 5 Mayıs’ında Aramızdan Ayrılan Şair Neyzen Rahmi Durmaz’a...

Seviyorum Seni Nurgana’da

Antep’te İki Celal

Tarihimiz de Hafızamız Gibi, Yaralı