Külliyenin Entel-Dantel, Bilim-Filim Adamları !..

Dr. Eyyup AY / Arkeolog

Külliyenin Entel-Dantel, Bilim-Filim Adamları !..

 

Toplumların, entelektüel hayatı ile Ruhsal Dinginliği bir yanıyla kendi toprağıyla kurduğu bağ ile bir yanıyla o toprağı ve üzerinde yaşayan insanların ömrünü bereketlendiren aşkın olanla ile kurduğu bağ nispetinde anlam bulur. Başkası, yani ötekisiyle kurduğu ilişki ile gürbüzleşir, gelişip serpilir. Dolayısıyla insanların ontolojik sancılarını, entelektüel zekâsını ve ruhsal dinginlik ve derinliğini sırtlanan sanat, edebiyat, bilim gibi uğraşı alanları kendilerine özgü yaşam koşulları olan alanlardır. Bu üç uğraşının ortak ve ilginç yanı bireysel, özgün ve özgür olmalarıdır. Açıkçası toplumsal statükonun rağmına bir cüret etme, bir kendini aşma, bir kalıbından taşma halidir. Dolayısıyla bu ilgi alanları bir meslek olarak kurgulanamaz, üretim yapacağı alanlar tanımlanamaz ya da emir-komuta kabul etmezler. Bunların bir alt katmanı olarak ideoloji, zanaat ve nasihat gibi meşgaleler toplumsal ihtiyaçlar şeklinde kurgulanan ve güdülenen toplumsal yapılar söz konusudur. Bunlar daha çok örgütlü ve hiyerarşik toplumlarda resmi kurumlar tarafından tedvin edilir. Bu tip yapılar daha çok avama hitap eder ve ortalama insanın günlük yaşamını sürdürülebilir kılar. Dahası maddi ve manevi olarak gelişimini de sağlar. Bu iki kategorinin arasında bazı hallerde Entel-Dantel denilen haller de peyda olur. Onlar da sokağa hitap eder. Yani tutunamayanlara. Birey ile toplum arasındaki gergin ve/veya gevşek hatlarda gezinir. Birey ile toplum arasındaki ironiyi dışa vurur, somutlaştırır.
Bilim-Sanat-Edebiyat ile ilgili olarak toplumların tarihlerinde inişli-çıkışlı ilişkileri olmuştur. Şunu kabul etmek gerekir sıra dışı bir tabiat ve çoğu kez de coşkun-taşkın bir karakterin daha çok ilgi duyduğu bu tür transandantal uğraşılar, günlük hengâme ile yoğrulan günlük yaşam rutininden uzaklaşmayı gerektirir. Dahası Bilim-Sanat-Edebiyat, Türkiye gibi her on yılda bir kendine doğru göç eden ve dolayısıyla toplumsal dokusu alt-üst olan yorucu bir varoluş biçiminden ziyade, yüzyıllara sâri bir yerleşiklik ve dinginlik gerektiren bir ortamda ancak üretilir. Evet, sanat dipte bir yaratma impulsunun (güdü değil) etkisi altında gelişen bir üretimdir ve bu üretim içinde yaşanan toplumun maddi ve manevi hazır sermayesi içinden filizlenir. Sanatçı/Bilim İnsanı İnsiyaki tabii ile içinde yaşadığı beşeri ve doğal atmosferin ilgi alanına doğru eğilir. Oradan özgün kimliğini devşirir. Zamanla kendinden taşarak ve toplumunu aşarak ötekiyle ilişki kurar. Böylece İnsani olana yani evrensele ulaşır. Herkesin içindedir, ancak herkesten ayrı bir kimlik ve kişiliktir artık.
Osmanlının Bilim-Sanat ve Edebiyatla esaslı bir ilişki kuramadığı, bu alana bir yenilik getirmediği, mevcut formlar ve istiareler içinde kendini ifade ettiği, bu işin ehli kimseler tarafından çoğunlukla kabul edilir. Esasen Osmanlının başarası da bu alanda değildir zaten. Daha çok yaşayan mütecanis insan kütlelerinin barış içinde ve herkes kendi meşrebince ve örfünce hayatını idame ettirmesinin imkânı olmuş, süregelen farklı sanat-bilim-edebiyat anlayışlarına bir denge, bir harmoni katmıştır. Dolayısıyla Osmanlı, askeri ve idari gücünü kaybedip dağılma sürecine girdiğinde bu denge bozulmuş, harmoni gittikçe suskunlaşmış ya da yer yer yozlaşma sürecine girmiştir. Bitimsiz savaşların etkisinde yıkılışa doğru, kentlerin içine düştüğü savaş yorgunlukları, taşranın yoksulluk ve sefaleti ve kendine doğru yapılan göçler büyük bir çöküş ve dağılışı betimler. Dolayısıyla bütün reformlar ve yenileşme çabalarına rağmen Cumhuriyete doğru hızla koşarken eldekini kaybetmiş, batıdan devşirdiklerini üstüne henüz uyduramamış büyük bir dejenerasyonun içinde debelenip, duruyorduk. Çok uluslu bir imparatorluktan, ulus devlete doğru giden yolda henüz yeterli bir tecrübe biriktirmemiş, ortak mefhumlar üzerinde bir anlaşmaya varamamıştık. Bu gün aslında kof ve fakat içine hamaset tıkıştırılan ve ancak retorik düzeyde de çok popüler olan Yerli ve Milli Bilim-Sanat-Edebiyat söylemleri Cumhuriyetin erken devrimlerine kadar geri giden bir hikâyeye delalet eder. Bu pejmürde hikâye amorf bir yerlilik ve millilik anlatısı olarak adeta bir hortlak gibi bugün yeniden karşımıza dikilmiş, abus bir büyük baba suretinde bize parmak sallamaktadır.
(Devam Edecek)
 
 
18.11.2018 (Dr. Eyyup AY / Arkeolog)

DİĞER YAZILAR

Sarı Yelekliler ve Burjuvazinin Kalesi Paris’in Yıkımı  (Kapitalizmin Tuhaf Halleri)

Külliyenin Entel-Dantel-Bilim-Filim İşleri-2

10 Kasım Atatürk’ü Anma Etkinlikleri ile Dindar-Muhafazakârların Anma Performansları

ANADOLU ÇOCUĞU

ATATÜRK, CUMHURİYET VE BİZ İSLAMCILAR

ANDIMIZ VE LÜMPEN MİLLİYETÇİLİK